Ana SayfaYazarlarRüzgarla savrulmayan Mert bir yazar

Rüzgarla savrulmayan Mert bir yazar

 

1990’da Ankara’dan İstanbul’a taşındık. Nuray Mert’i o yıllarda tanıdım. Dünya siyasetini Ortadoğu’yu Türkiye’yi çok yakından takip eden genç bir akademisyendi. ‘Erken Cumhuriyet Döneminde Laik Düşünce’ başlıklı doktora tezi yakın tarihimizin çok kıymetli bir analizidir. Daha önce de Prens Sabahattin ve Terakki Mecmuası üzerine yüksek lisans tezi yazmıştı. Çeşitli vesilelerle buluştuğumuz zamanlarda konuştuğumuz şeylerle, gazetelerdeki yazıları arasında farklar olmayan özü sözü tam manasıyla bütünlük içinde biriydi. İrili ufaklı iktidarlara, esen rüzgarlara göre tavır değiştirmiyor, katılımcı demokrasi, inançlara özgürlük, bireyin hür iradesi gibi ilkeleri her koşulda takip ediyordu. Darbelere karşı amalı şerhler düşmeyen duruşu, hak ve adalet duygusunun güçlülüğü, dindarların baskı altında tutulduğu zamanlarda büyük takdir topladı. Yakın çevresindeki seküler Kemalist insanlarla ters düşme, yalnızlaşma pahasına başörtülü kadınların haklarını cansiperane savunan yazılar yazdı konuşmalar yaptı. Akademik ikbalinizi kariyerinizi çevrenizi kaybetme riskini göze alarak doğru bildiklerinizi yazıp konuşmak kısa vadede kayıp gibi görünür ama aslında insan kalmanın altın anahtarı. Radikal,Milliyet, Hürriyet, Cumhuriyet, Birgün ve daha birçok mecradaki yazılarının temel hedefi de, bu yazıların sonlanma nedenleri de, ‘doğru bildiklerimizi özgürce yazamayacaksak neden yazalım ki’ cümlesinde gizli. ‘Hep Muhalif Olmak’ kitabının temelinde de iktidar sorgulaması vardır. Bir yönetimi içten içe çürüten şeylerin başında sürekli övenlerin yarattığı güvensiz tekinsiz hakikatsiz sahici olmayan hâle yok mudur zaten.

 

Mart 2003. Dünyanın en zengin ülkesi Amerika Usame bin Ladin’i yakalama bahanesiyle dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Afganistan’ı yerle bir ettikten sonra, bu sefer düzmece kimyasal silah raporlarıyla Bağdat’a saldırmıştı. Nuray işte o günlerde beni aradı ve sonradan çağırıcı üyesi olduğum beş yıl sürecek Ortadoğu yolculuklarına davet etti. Doğu Konferansı inisiyatifini incelemek isteyenler katılımcıların kaleme aldığı yüzlerce sayfanın bir kısmına internetten ulaşabilir. Bölge aydınları ve halklarıyla yüz yüze tanışmak, fikir ve duygu alışverişinde bulunmak, birbirimiz hakkında üretilen işlenmiş haberlerin ötesine geçmek, farklılıklarla zenginleşmek, birlikte direnmek, direnmenin ötesinde ortak ruh ve değerleri olgunlaştırmak, insanlığa her türlü ayrımcılığı reddettiğimiz bir yerden seslenmek. Bu benzeri olmayan çalışmaya emek verenleri, katılımcıları burada saymak gayrı mümkün. Fakat Nuray Mert en çok mesai harcayanlardan ve belkemiğini kuranlardan biri. Bu çalışmanın herkesin kendi bireysel imkanlarıyla yol masraflarını karşıladığı tam bağımsız bir emek olduğunu hatırlatmak isterim. Yollarda ülkemizin farklı eğilimlerden insanları olarak bir yandan birbirimizi tanımaya çalışıyor, öte yandan da bu çoğulcu ruhla bölge ülkelerindeki muadillerimize ziyaretlerimizi gerçekleştiriyorduk. ‘Bağdat Fragmanı’ kitabımda konuşma ve tartışmalara yer vermeye çalışmıştım. Türkiye’den hiçbir yetkilinin nedir bu deneyim, nasıl çıkarımlarda bulundunuz diye grubu aramamış olması, dinlemeye değer görmemesi hala şaşırtıyor beni. Dindarların haklarını cansiperane savunan Mert, Ak Parti iktidarına dair umutlarını nasıl dile getirdiyse, mağdurların iktidarında oluşan başka mağduriyetleri yazmaktan da çekinmedi. Suriye savaşındaki analizlerini eleştirilerini öngörülerini de içtenlikle ortaya koydu.   

 

Sonra fikirlerini paylaşmada karşılaştığı adı konmamış engellemelere rağmen Kürt meselesi ve çözüm hakkında doğu bildiklerini çeşitli mecralarda paylaşmaktan geri durmadı. Orada da elbette kurulu bir iktidar vardı ve misal bir yazısı nedeniyle İrfan Aktan Diyarbakır’a gelme artık Trabzon’a git sen yazabildi. Cumhuriyet’teki Yine Sevimsiz Gerçekler yazısında (5 Eylül 2016) canlı bomba eylemcisinin cenazesine giderek, PKK eylemlerini ‘sivilleri hedef almamalı’ şerhiyle savunarak demokrasi savunusu yapılamayacağını yazdığı için. “Bu sevimsiz gerçeklerden kaçarak bırakın demokrasi mücadelesini, Kürtlerin hak ve özgürlüklerini dahi savunmaya devam edemeyiz veya ederiz etmesine de bizi dinleyen bulamayız, ne demokrasiye, ne özgürlüklerin önünün açılmasına en ufak bir katkımız olamaz” dedi diye kibirle masasına kurulup ahkam kesmekle suçlandı. Aslında yazının başında temel eleştiriyi iktidara yapıyordu zaten. Darbe girişimi, böylesi bir felaket cumhurbaşkanı ve Ak Parti’yi aklı selime yönlendirebilirdi ama öyle olmadı yazmıştı. İktidar önündeki iki yoldan biri olan demokratik uzlaşma yerine iyiden iyiye otoriter uzlaşma arayışı çizgisine yerleşti. Otoriter siyasetler şimdiye kadar kimsenin derdine derman olmadı diyerek. Partilere olan eleştirilerini elbette ülkenin selameti için yapıyor.

 

Evrim teorisinin tartışılamaz bir dogma olarak dayatılmaması, üzerine konuşulabilmesi, bu ülkede Yaratılış’a inanan milyonlarca insan olduğunu yazdığında da kem sözler söylendi. Oysa yaratılışın içinde evrim de vardır zaten. O Türkiye’nin en güzel muhaliflerinden biri. Her konuda hemfikir olma zorunluluğu yok elbette fakat yazması konuşması kesinlikle hayrımıza ve her daim ufuk açıcı.

- Advertisment -