Milliyetçilik aynı kimliksel özelliklere sahip olduklarını varsayan bir grup insanın isteyerek kendini kandırma ideolojisi. Aslında her ideoloji gerçekliği kalıba dökme gayreti içindedir ve dolayısıyla yaşananları belirli şekillerde yorumlayıp yeniden anlamlandırır. Ancak milliyetçilik yorumlamanın ötesine geçip tahrif etmeyi meşru gösterir. Çünkü milliyetçilik esasta bir ‘menfaat’ ideolojisi… Diğer deyişle ‘bizim’ işimize yarayanın öne çıkarılmasını, yüceltilmesini, dinselleştirilmesini ima eder. Ne yaşanmış olursa olsun ‘bizim’ haklı olduğumuzu kanıtlama peşindedir.
Öte yandan herkesin milliyetçiliğin farkında olduğu bir dünyada, haklılığı kanıtlamak için üretilen ideolojik ‘bilgi ve bulguların’ başkalarını ikna etmesi söz konusu olamaz. Diğer deyişle milliyetçilik esasta her kimliksel grubun kendisine yönelik bir propaganda ve biçimlendirme ideolojisidir…
***
Böyle bir ideolojinin ne işe yaradığı açık… Bir yandan kendinize benzemeyen gruplardan ayrışmayı, onlardan farklı yönleri önemsemeyi sağlayarak ‘öteki’ düşmanlığına dayanan bir iç dayanışma üretir. Öte yandan vatandaşları ideolojik kimliğe hapsedip, bilinçli cehalete maruz bırakarak devletlere yönetim kolaylığı sağlar.
Milliyetçiliğin itiraz edilemeyen bir ortak duygu olarak köpürtülebildiği ülkelerde, milli davalar söz konusu olduğunda toplumsal dayanışma adına özgürlükler daha kolay kısıtlanabilirken, yönetimlerin yanlışları da hasıraltı edilebilir. Kamusal alanın milli menfaatler uğruna baskı altına alınması, medyanın güdümlü hale gelmesi, akademik camianın susması, yargının kendi rızasıyla yönetimin rehberliğini kabullenmesi şaşırtıcı olmaz.
Kısacası milliyetçilik yaşanan anı antidemokratik kılmaya ve bunu meşru göstermeye teşne bir ideoloji… Dolayısıyla söz konusu demokratik açığı ‘normalleştirmek’ üzere geçmişi ve geleceği de içeren bir ‘büyük hikaye’ üretimine muhtaç. Bu hikayenin ana fikri ‘bize haksızlık yapılmış’ olduğudur. Aslında çok daha fazlasına sahip olmamız gerekirken, başkaları hukuksuz ve ahlaksız yollarla hakkımızı elimizden almıştır… Söz konusu ‘mağduriyet’ teması, bizim de bugün ve gelecekte hakkımızı geri almak uğruna başkalarına haksızlık olacak eylemleri yapmayı psikolojik olarak mümkün kılar.
Ancak ‘bize haksızlık yapılmış’ olması için bizim şimdi sahip olmadığımız birçok şeye nasıl olup da hak sahibi olduğumuzun da gösterilmesi gerekir. O nedenle ‘büyük hikaye’nin temel anlatısı ‘şanlı tarihimizde’ şekillenecektir. Tarihte yaşananlar milliyetçiliğin süzgecinden geçirilir, istenmeyen öğeler atılır, var olanlara ‘olması gereken’ detaylar eklenir, etrafa aslında hiç söylenmemiş büyük laflar serpiştirilir ve benzersiz bir başarı öyküsü olarak bu masal ‘tarih’ adı altında topluma sunulur.
***
Milliyetçilik bir ‘iradi cehalet’ ideolojisi olması nedeniyle, toplumların kendi yanlışları ile yüzleşmesini engeller. Yanlışlar olabildiğince görülmez, ortaya çıktıklarında ise sorumluluk başkalarına atılır. Zaten öylesine şanlı bir tarihten gelmekte olan bir milletin yanlış yapabilmesini havsalamız alsa, bünyemiz rahatsız olur. Geçmişte nasıl yanlış ‘yaptırılmış’ isek pek pek şimdi de yanlış yaptırılmış olabiliriz ama yanlış bize ait denemez… Hatta her yaptığımız yanlış hak ettiğimiz bazı şeylerin başkaları tarafından engellenmesini ifade ettiği ölçüde bizi daha da mağdur ve haklı kılabilir…
Otoriter zihniyetten beslenen bir ideoloji olmakla birlikte milliyetçilik, sıradanlığı hazmedemeyen, ille de biricik olmayı tahayyül eden ataerkil toplumlarda da çok yaygın. Bunun altında yatan özgüven eksikliği de kendisini şişirilmiş ego ve hamasetle ortaya koyuyor. Bazen tarihe ve coğrafyaya ‘damga vurma’ öylesine psikolojik bir ihtiyaca dönüşebiliyor ki, sonuçta tarihe olumlu bir örnek olarak geçme ihtimali kalmıyor…
Milliyetçilik dünyanın her yanında, her toplumu şanlı hayallere davet ederken, onu sığ zihinlere teslim etti. Bazıları bundan dersini aldı, bazıları ise almadı ve belki de hiç alamayacak.