Önce bir kaç hatırlatma;
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye'nin nüfusu 80 milyon 810 bin 525. Bu nüfusun 74 milyon 761 bin 132’si yani yüzde 92.5’u şehirlerde yaşıyor. Köylerde yaşayan insan sayısı ise 6 milyon 49 bin 393.
Hanelerde bilgisayara erişim oranı yüzde 97.2, internete erişim oranı yüzde 80,7.
Türkiye’de yarısı açık öğretimde 7 Milyon 200 bin üniversite öğrencisi var.
24 Haziran seçimlerinden 57 milyon seçmen oy kullanacak.
Bu seçmenlerden 1 Milyon 585 bini ilk kez oy kullanacak, yani 2000 ve 2001 doğumlular. Buna hatırlayamadıkları çocuklukları 2002’nin öncesine uzananları da eklersek bu seçimde oy kullanacak en az 10 milyon genç seçmen kendilerini bildi bileli iktidarda AK Parti var.
Ama basit bir Google taramasından çıkacak bütün bu rakamlar siyasi partilere galiba hiçbir şey söylemiyor olmalı ki hala parti liderleri eski, yaşlı, köylerde yaşayan, tek kanal izleyen Türkiye ile konuştuklarını sanıyorlar.
Şehirli, orta sınıf veya orta sınıflaşan, eğitimli ya da çocuğuna iyi bir eğitim aldırmak isteyen, internet erişimi olan, tek bir kanaldan haber almayan seçmene hitap eden, seçmeninin aklına saygı duyan bir kampanya ve slogan henüz göremedik.
Adaylar ısrarla seçmenin tek derdinin cebi olduğunu zannediyor, sürekli bir yerlerden bulup para, zam vaat etmeye çalışıyorlar.
Halbuki her seçimde toplumun öne çıkan hassasiyetleri, cevap aradığı sorular farklıdır.
Örneğin Türkiye’nin nüfusunun çoğunun köylerde yaşadığı 14 Mayıs 1950 seçimlerini adı pek çok seçmenin telaffuz dahi edemediği Demokrat olan bir parti seçimleri “Yeter, söz milletindir” sloganı ile kazanmıştı. Ekonomik vaatlerle değil, siyasi bir vaatle. Çoğunluğu köylerde yaşayan, eğitim seviyesi düşük bir topluma demokrasi ve söz hakkı vaat ederek.
Çünkü seçimin gündemi 27 yıllık bir tek parti iktidarının değişip değişmeyeceğiydi.
24 Haziran seçimlerinin öne çıkan gündemlerinden birinin ekonomi olduğuna şüphe yok. Dolar kuru yükseldikçe gündem daha çok ekonomi oluyor.
Ama büyük bir çoğunluğu şehirlerde yaşayan, ana akım tvler ve gazetelerden üzerine yağdırılan bilgi ve propaganda dışında internete erişimi olan, ekonomik krizler yaşamış, ekonominin nasıl bozulduğu ve nasıl düzeltildiğini bizzat görmüş bir seçmen kitlesini hala “sana burs vereceğim, para yardımı yapacağım, af getireceğim, maaşlarına zam yapacağım, mazot fiyatını düşüreceğim” vaatleriyle ya da “ekonominin durumu kötü, dolar yükseliyor çünkü dış güçler bize saldırıyor” masallarıyla kandırabileceğini zanneden partiler aslında kendilerini kandırıyorlar.
Emin olun bu tecrübeli vatandaşlar, şehirli, genç, eğitimli, internette dolaşan seçmenler ekonomiyi kiminle düzelteceğinizi görmek ve onun ekonomiyi iyi yönetebileceğine da ikna olmak isterler. Henüz seçmenin karşısına böyle somut isimler ve bir programla çıkan da olmadı.
Ayrıca bu seçimlerde seçmenin tek derdi ve önceliği ekonomi de değil.
Huzur, kardeşlik, demokrasi, hukuk, adalet, eşitlik, ehliyet-liyakat gibi kavramlar, değerler; normal bir dönemde standart seçim konuşmalarında pek bir şey ifade etmeyen hoş ve boş sloganlardan ibaret kalacakken bugün Türkiye’de seçmenlerin duymaktan hoşlanacakları, acil ihtiyaçlar haline gelmiş durumdalar.
Hatta bütün bu başlıklarda eleştirilen iktidar partisinin seçim manifestosunda bile bu ihtiyaçlara cevap verme isteği görüldü.
Şu ana kadar adaylar arasında seçimin esas gündeminin farkında olduğunu hissettiren iki aday öne çıktı; Saadet Partisi adayı Temel Karamollaoğlu ve CHP’nin adayı Muharrem İnce.
Şimdiye kadar seçim kampanyasına bu farkındalığı yansıtmayı başaran, oyunun rengini değiştirerek, seçimin sonucunu belirleyecek şehirli, eğitimli, genç seçmelerle ulaşmayı başaran ilk malzemeyi İyi Parti’nin çıkardığı söylenebilir. https://www.youtube.com/watch?v=7bwzmV8WA8I&feature=youtu.be
Ama İYİ Parti ve Meral Akşener’in de şu ana kadar verdiği siyasi mesajlar, bu şarkının vaad ettiğinin epey gerisinde kalmış, taşralı, eski, bilindik olmanın ötesine geçememiş durumda.
Merkez sağ kökenli lideri olan bir parti olmasına rağmen İYİ Parti şimdiye kadar CHP’den bile daha fazla Kemalist, ulusalcı bir görüntü verdi ve bu, muhafazakar seçmenlerle arasındaki mesafenin kapanmamasına neden oldu.
Seçimlerde, oy alamadığı yeni seçmen kitlelerine ulaşan mesajlar verme konusunda en gayretli iki parti CHP ve SP’nin bu çabası vekil listelerine de yansımış gözüküyor.
CHP’nin milletvekili listesi partinin Gezi’den sonra kaydığı radikal sol, goşist eğilimlerden yeniden merkeze doğru gitme çabasının da bir göstergesi.
Saadet Partisi de her ne kadar Temel Karamollaoğlu’nun şahsında AK Parti tabanındaki rahatsız seçmenlere verdiği tepki oyunu göstermek için en iyi alternatif hissini listelerine taşıyamasa da, vekil tercihlerinde özellikle Kürt seçmenlere bir açılım yapmış durumda.
İstanbul 3. Bölge’den Altan Tan, Diyarbakır’dan Haşim Haşimi, Batman’dan Faris Özdemir gibi isimlerle Saadet Partisi, özellikle MHP ittifakı, Barzani referandumundaki tavır, HDP’li vekillerin tutuklanması gibi meselelerde AK Parti ile arasında mesafe açılan dindar Kürt seçmenler için bir alternatif olabilir.
Buna herhalde en çok AK Parti ve HDP’nin listeleri yardım edecek.
Mehmet Metiner, Orhan Miroğlu, Galip Ensarioğlu gibi bu süreç içindeki bütün politikaları savunmuş Kürt siyasetçiler bile AK Parti listelerinde kendilerine yer bulamadılar. Hatta AK Parti, Diyarbakır listesinde bir BBP Genel Başkan Yardımcısına bile yer verdi. İstanbul 3. Bölge, İzmir, Adana, Mersin, Erzurum, Malatya gibi Kürtlerin de yoğun olarak yaşadığı büyükşehirlerdeki listelere de benzer eleştiriler gelmeye başladı.
Ama ne tuhaf ki bu durumu fırsata çevirebilecek siyasi aktörlerin başında gelen HDP’nin listelerinde de benzer sorunlar var.
Kandil’in kantin solculuğu hayallerinin ve Rojava fantezilerinin parmak izleri görünen listelerdeki “sosyalist bileşen” adaylar Kürt seçmenler, özellikle oyunun rengini değiştirecek dindar Kürt seçmenler için pek de cazip olmayabilir.
Mesela Adana Yüreğir’de oturan HDP’li seçmenler için geçen seçimde bir milletvekilini Meclis’e gönderdikleri listenin başında olan SYKP adlı bir partinin genel başkanı herhangi bir motivasyon kaynağı olmayacaktır .
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndaki partilerin 2018 Şubat ayına kadar üye sayısını gösteren bilgiye göre, son seçimde altı milyon oy almış HDP’nin Adana birinci sıraya genel başkanını koyduğu SYKP’nin (Sosyalist Yeniden Kurtuluş Partisi) 422 resmi üyesi varmış.
Yine son seçimde iki milletvekili çıkardığı İstanbul birinci bölgedeki listede ikinci sırada yer alan 186 üyeli Birleşik Devrimci Parti genel başkanı ya da resmi kayıtlarda 50 üyesi görünen Halkın Türkiye Komünist Partisi genel başkanı, HDP’liler için devrimci dayanışma demek olabilir ama esas oyları verecek Kürt seçmenler tarafından tuhaf bulunabilir.
Urfa seçmeni de standart bir Urfalı ailenin bir bayram ziyaretinde ulaştığı sayıya yakın üyesi olan (145) ÖSP (Özgürlük ve Sosyalizm Partisi) adlı partinin genel başkanının neden Urfa gibi muhafazakar bir ilde listelerinde olduğunu merak etmiştir.
Yine de seçmen için neyin daha öncelikli olacağını kestirmek zor. Bazen tepki oyu verme hissi bütün bunları hükümsüz de kılabilir.
Seçimler de bu yüzden heyecanlı zaten.
Hataların telafisi zor, seçmeni yanlış okumanın maliyeti ağır, siyasi fanteziler, mühendisliklere de yer yok.
Ve seçmenler her zaman sürpriz yapmayı seviyorlar…