1982 Anayasasının 101. maddesi “Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir” hükmünü içerir. 103. maddeye göre de Cumhurbaşkanı “üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına” yemin eder.
Muhalefet partileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP adına bir seçim kampanyası yürüttüğünden şikâyetçiler. Onun, Cumhurbaşkanının tarafsızlığını öngören anayasal hükümleri ihlal ettiğini iddia ediyorlar. Erdoğan’ın faaliyetlerini durdurmak için yargısal yolları deniyorlar.
Seçim meydanları da geçmişten farklı; alışılmadık bir tablo sergileniyor. Muhalefet ile iktidar arasında değil de muhalefet ile Erdoğan arasında bir yarış yaşanıyor. Erdoğan mitingden mitinge koşturuyor, her yerde Kılıçdaroğlu’nu, Bahçeli’yi ve Demirtaş’ı topa tutuyor. Buna karşılık muhalefet liderleri de, Davutoğlu’ndan ziyade, Erdoğan’a yükleniyor. Seçim kampanyaları, Başbakan’dan çok Cumhurbaşkanı’nı hedef alıyor. Tüm bunlar, Cumhurbaşkanının tarafsızlığını seçimin ana başlıklarından biri haline getiriyor.
Tarafsızlık miti
Cumhurbaşkanının tarafsızlığını bir mit haline dönüştürmek yanlış. Zira böyle bir tarafsızlık yok. Siyasetin hamuruyla yoğrulan ve sıcak kavgaların içinden çıkıp gelen kişiler, Cumhurbaşkanı oldukları anda politik kimliklerini terk etmezler. Bunu beklemek abesle iştigal. Vakti zamanında Özal, Cumhurbaşkanı olmasına rağmen ANAP ile ilgili tasarruflarda bulunmasını eleştirenlere “Ben bir insanım. Çocuğum gibi olan bir partiye bigâne kalmam düşünülemez” mealinde sözler sarf etmişti.
Zaten Türkiye tarihi boyunca tarafsız bir Cumhurbaşkanına şahit olmadı. Atatürk CHP’nin “Ebedi Şef” ve “Ebedi Genel Başkanı” idi. Atatürk’ün ölümünde sonra Cumhurbaşkanı olan İnönü, 26 Aralık 2938’teki CHP 1. Olağanüstü Kurultayı’nda “Milli Şef” ve “Değişmez Genel Başkan” ilan edilmişti. 1950 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanlığı makamına oturan Bayar, Demokrat Parti bastonuyla gezerdi.
1960-1980 arası Cumhurbaşkanlığına oturtulan üç askeri (Gürsel, Sunay, Korutürk) bir kalem geçin. 1982 Anayasası ile memleketin idare edildiği dönemdeki Cumhurbaşkanlarına bakın, hiç de tarafsız cumhurbaşkanı portresi ile karşılamayacaksınız. Evren, Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne (MDP) alenen oy istiyordu. Özal, eşini İstanbul İl Başkanı yapacak kadar ANAP’ın içindeydi. Demirel “tapulu malı” olarak gördüğü DYP’den elini hiç çekmedi. Sezer, Cumhurbaşkanlığını AKP’ye muhalefet odağı yapmıştı. Gül, AKP’nin kurucusu, genel başkanı ve Başbakanıydı. Yani her Cumhurbaşkanının bir tarafı vardı.
Paralel kampanya
Erdoğan’ın da bir tarafı var. Hatta halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olması hasebiyle onun siyasi süreçlere diğerlerine oranla daha fazla müdahil olması da anlaşılabilir. Ama bununla birlikte hiçbir cumhurbaşkanın Erdoğan gibi davranmadığını da teslim etmek gerek. Bir doz aşımı var Erdoğan’ın hal ve tavırlarında. Şöyle ki:
Eski cumhurbaşkanlarının bir siyasal tutum ve tarafları vardı ama onlar bir siyasi parti lideri gibi de hareket etmiyorlardı. Erdoğan ise AKP’nin genel başkanlığından hiç inmemiş, şu an o koltukta bir başkası oturmuyormuş gibi. Başbakan Davutoğlu’na paralel ve hatta onunkinden çok daha fazla ses getiren bir seçim kampanyası sürdürüyor Erdoğan. Kaç milletvekili istediğini söylüyor, muhalefet liderlerini doğrudan hedef alıyor, gazetecilere laf yetiştiriyor, diğer partilerin adaylarına dair değerlendirmelerde bulunuyor, hükümet adına konuşup izlenecek politikaların çerçevesini çiziyor.
Doğal olarak muhalefet partileri Erdoğan’ı bu yönden eleştiriye tabi tutuyorlar. Erdoğan eleştirilere, herhangi bir parti isimi zikretmediğini ve her partiye eşit mesafede durduğunu belirterek cevap veriyor. Kendisinin milletin tarafında yer aldığını, hizmetleri anlatmanın görevi olduğunu, toplu açılışlar vesilesiyle törenlere katıldığını ve halka hitap ettiğini söylüyor.
“Biz” ve “onlar”
Tabi bu yanıtların aklı başında herhangi birini ikna etme ihtimali sıfır. Toplu açılışların, Cumhurbaşkanının seçim mitingi yapması için bir kılıf olduğunu herkes biliyor. “Her partiye eşit mesafede olmak” söylemini ise her konuşmasıyla bizatihi Cumhurbaşkanının kendisi çürütüyor. Mesela alın Şanlıurfa konuşmasını:“Biz diğerleri gibi, ana muhalefetin başındaki zat gibi, -cek –cak demiyoruz. Dağları aşarak hizmet veriyoruz. ‘Bana 4 yıl verin işsizliği bitireceğim’ diyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.
Onlar tehdit eder, biz hizmet ederiz. 7 Haziran’da tehditlere değil, hizmete oy vereceksiniz değil mi?
Biz dağları, ovaları aşarak, dağları delerek Şanlıurfa’yı suya kavuşturuyoruz. Birileri ise maalesef Van’da musluklardan kan damlatıyor. İşte bölücü terör örgütünün arkasında olduğu belediye bu, parti bu. İşte ülkeyi bunlar böldü. Bunlar bu ülkeyi ayrımcılığa tabi tuttu. Kürt dediler, Arap dediler. Meydanlara çıkıyorlar ‘Biz bölücü değiliz’ diyorlar. Ne bölücü değilsin? Bölücünün ta kendisisin.”
Görüldüğü üzere Cumhurbaşkanı oyun kime oy verilip kime verilmeyeceğini adıyla sanıyla belirliyor. Muhalefeti yermede, hükümeti övmede hiçbir sınır tanımıyor. Bu ve benzeri minval üzerine onlarca konuşma yapıyor. Durum bu iken yapılanların Cumhurbaşkanının görevi ve rutin işleri olduğunu söylemek, milletin zekâsıyla dalga geçmek olur.
Siyasi mücadele
Peki, Cumhurbaşkanının AKP namına sahada dolaşmasına karşı ne yapılabilir? CHP, MHP ve HDP, Cumhurbaşkanın seçime dönük çalışmalarının durdurulması için 22 defa YSK’ya başvurdu. Bu başvurular, sorunun bilinir kılınmasını ve gündem taşınmasını sağladı. Ancak hukuken başka bir netice elde etme imkânı yoktu. Nitekim YSK da “Cumhurbaşkanın faaliyetlerini denetleme yetkisi olmadığı” gerekçesiyle bu başvuruları reddetti.
Bu durumda mücadele ancak siyasi alanda verilebilir. Muhalefete düşen, Cumhurbaşkanının talep ve argümanlarına karşı kendi talep ve argümanlarını koyması, halkı kendi görüşlerinin doğruluğuna ikna etmeye çalışmasıdır.