2000’li yılların başından beri tanık olduğumuz değişim sürecinde, önemli bir eşiğe gelindiği düşüncesi üzerinde bir konsensüs oluştu.Kaldıraçlarını seçimlerin oluşturduğu bu eşiğin, ilk iki ayağını geride bıraktık. Şimdi son adıma – Haziran seçimlerine – doğru yol alıyoruz.Gerçekten de bir kırılma noktasına yöneldiğimiz açık. “Kaybedenler” bu noktayı uçurumun kenarı olarak görüyorlar. Bunlara “uçurumcular” da diyebiliriz. Muhtelif düzeylerde Cumhuriyet endoktrinasyonuna maruz kalmış kentli laik orta sınıflar, Alevi kimliğinin geleneksel duyarlılıkları içinden bakan kesimler, Gülen Cemaati çevresi ve taşralı Türkçü milliyetçi geleneğin taşıyıcısı olanlar; topluca “uçurumcu” psikolojinin sosyolojik gövdesini oluşturuyorlar. Çok parçalı bu yapının kanımca süreci etkileme kapasitesi pek yok.Bu sosyolojiden güç alan siyasi aktörler süreç içinde büyük inisiyatif kaybına uğradı. Ordu siyasi alanın dışına itildi, CHP kıyılara ve Alevi dünyası içine hapsoldu, MHP 12 Eylül sonrası Gladyo’yla bağlarını tasfiye ederek sivilleşti ve legalist parlamenter bir harekete dönüştü… Kanımca değişimin en tehlikeli tuzağını oluşturan Gülen örgütü ise çok sert ve iddialı bir hamle yaptı; sonuç alamadı, bedel ödeme dönemi başladı… Bu tablo “uçurumcu”ların yeni Türkiye’nin şekillenmesinde fazla söz sahibi olamayacağını gösteriyor.Bu yapının karşısında, geleceği felaket ve uçurum üstünden okumayan; tam tersine başarı ve umut duyguları taşıyan daha geniş bir sosyoloji yer alıyor. Bu da belirgin olarak iki parçalı: (1) Muhafazakârlar ve (2) seküler, milli kimliği önemseyen Kürtler…Burada bir parantez açıp “Kürtler”in önüne – milli kimliği önemseyen ve seküler- sıfatlarını takmamın nedenini açıklamam gerekebilir. Ben, Türkiye’de sosyolojik yapıların siyasal davranışını anlamaya çabalarken; muhafazakârları Kürtler/ Türkler olarak ayırmak yerine, Kürtleri muhafazakârlar/ seküler-milliciler olarak ayırmayı daha analitik buluyorum. Çünkü muhafazakâr-dindar Kürtlerle seküler millici Kürtler arasındaki siyasal davranış ve aidiyet farkının, muhafazakâr Türklerle muhafazakâr Kürtler arasındaki farkla kıyaslanamayacak kadar derin olduğunu düşünüyorum. Muhafazakâr kimlik, Türklerle Kürtleri aynı siyasal davranışta buluşturabiliyor. Fakat Kürt kimliği, muhafazakâr Kürtleri seküler millici Kürtlerle buluşturamıyor. Defalarca yapılan seçimlerdeki Kürt seçmenlerin oy dağılımından başka türlü sonuç çıkartmak mümkün değil.Parantezi kapatalım.Konumuz “Yeni Türkiye”nin eşiğinde umutla duran bu sosyolojik kümelerin oynayabileceği siyasal rol.Yeni TürkiyeÖncelikle, yaygın olarak kullanıma giren şu “Yeni Türkiye” kavramını tartışmamız gerekir sanırım. Karakteristik unsurları şöyle sıralayabilir miyiz?Yeni Türkiye ; (1) Silahlı çatışmanın tamamen sona erdiği, siyasal rekabetin barışçı legalist yöntemler üzerinden yürütüleceği; (2) kaynağını toplumsal onay mekanizmalarından almayan her türlü operasyonel bürokratik müdahalelerin etkisizleştirildiği; (3) her zaman kendini ifade etme kanalları açık tutularak özgürce oluşacak toplumsal iradenin yönetimi belirlediği; (4) özgür seçimlerle belirlenecek yasama ve yönetim yetkisinin evrensel insan haklarını güvenceye alan bir hukuk sistemine uygun olarak kullanılmasını denetleyen bağımsız ve tarafsız yargı kuvvetinin oluşturulduğu; (5) bunları temel alan kurucu toplumsal sözleşme olarak yeni Anayasa’nın kabul edildiği bir ülke olacaktır ve olmalıdır…Evet, eğer “Yeni Türkiye” derken, toplumu heyecanla çağırmaya değer bulduğumuz bir “idea”dan söz ediyorsak bu davetin unsurları kanımca bunlar olmalıdır.SeçimlerBu açıdan bakıldığında Haziran seçimlerinin önemi çok açık. Oluşacak parlamentonun profili, Türkiye’nin bu hedeflerle ilişkisini dolaysız etkileyecek.Muhafazakâr kesimde; sıradan seçmenin duygusundan, siyasi elitin aklına, aydın çevrenin söylemine kadar değişimin tek güvenilir taşıyıcısının AKP olduğuna, Kürt hareketinin güçlü bir aktör olarak masada bulunmasının süreci zorlaştıracağına, ayak bağı olacağına dair bir eğilim göze çarpıyor. Bu güne kadar yaşanan tüm tecrübeler, değişimin çok sert bir direnişle karşılaştığı, türlü tuzaklardan, ölüm kalım eşiklerinden geçerek ilerlediğini gösteriyor bize. Geniş, kitlesel bir destek konsolide edilemeseydi ve hakikaten cesaretli, çok kararlı bir liderlik olmasaydı bu süreç çökerdi diyenlere, aklı başında hiç kimse kolay burun kıvıramaz. Dolayısıyla bu endişeler değişimden yana olan çevrelerde gücün bölünmesine karşı ürkeklik yaratıyor. Bu bakışın temel endişesi otoriterleşme değil. Millileşme ve değişim sürecinin güç bölünmesine kurban gitmesinden korkuluyor… AKP tartışılamaz hegemonyayı kursun; Kürtleri de Alevileri de tatmin edecek, sisteme entegre edecek politikaları üretecektir zaten diye düşünülüyor.Bir parti bağı üzerinden bakıyorsanız sorunlara, meselenin böyle görülmesi bir yere kadar doğal ve anlaşılır. Nitekim AKP’nin seçim barajını düşürmeye yanaşmaması; Erdoğan’ın meydanlarda 400 milletvekili isteyişi bu bakışın ürünüdür…Fakat “Yeni Türkiye” tartışmasında parti merceğinin üstüne çıkılarak konunun daha geniş bir perspektif içinden ele alınmasının çok önemli olduğu kanısındayım ben.KürtlerAçık söyleyeyim: Güçlü, meşru bir Kürt (seküler-milli) kimliği katılımı olmadıkça, yukarıda unsurlarını tanımlamaya çalıştığım bir “Yeni Türkiye” inşasına doğru sağlam adımlar atılabilmesi bana inandırıcı gelmiyor. Bu bakımdan da, HDP’nin seçimlere parti olarak katılma kararını Yeni Türkiye’nin kurucu ortağı sıfatına talip olma iddiasıyla tutarlı buluyorum.Eğer büyük bir tarihi eşiğin önündeysek, eğer tarihsel mağduriyetlerin kalıcı olarak aşılmasından, barışçı, medeni bir toplum olma sıçrayışından söz ediyorsak bu projeyi Kürt ayağının zayıflığı üzerine, hegemonik güç dayatmalarıyla inşa edemeyeceğimizi bilmemiz gerekir.“Yeni Düzen” iddiası az buz bir iddia değildir. Eskiyi aşmak, onu tarihe gömmek; eski için direnenleri olabilecek en geniş kesimlerin gönüllerini fethederek, en geniş meşruiyeti sağlayarak etkisizleştirmeden başarılamaz.Aştığını zannettiğin her tartışma, her dönemeçte yeniden karşına büyüyerek çıkar. Cumhuriyet tarihi baştan aşağı bunu anlatır bize.Kendimce önemli bulduğum üç noktayı dikkate sunarak bitireyim.1) Muhafazakâr hareketin Kürtler üzerindeki yaygın etkisi, bu süreçte HDP’nin temsil ettiği Kürt sosyolojisinin öneminin küçümsenmesine yol açmamalıdır. Unutmayalım ki yıllarca hayatlara mal olan Kürt sorunu dediğimiz meselenin ortaya çıkarttığı bir sosyolojiden bahsediyoruz. Muhafazakâr hareketten farklı olarak HDP, sadece bir parti değil bu sosyolojinin tam da kendisidir. Herhangi bir siyaset-sosyoloji temsilinden çok daha derin bir özdeşlik tarihinin ürünüdür. Bu kesimi tatmin etmeyen bir düzen “yeni” olmayı başaramaz.2) HDP, parti olarak seçimlere katılma kararı verirken sadece kendisi “yeni merkez”in kurucularından olmaya talip olmuyor; aynı zamanda geleneksel olarak temsil ettiği sosyolojinin dışında kalan kesimleri de merkeze taşıma vaadinde bulunuyor. Bu çaba HDP’nin kendi çıkarları açısından olduğu kadar “Yeni Türkiye”yi özleyen herkes için önemlidir. Yeni Anayasa’nın yapılması tartışmalarına katılan, çıkan sonuca ikna olan muhalif kesimlerin olması yeni düzenin meşruiyetinin güvencesidir. Baraj nedeniyle temsilde büyük adaletsizliklerle sakatlanmış bir parlamentodan, sadece AKP oylarıyla çıkacak bir Anayasa ile Türkiye’yi çatışmasız, istikrarlı biçimde yönetmek kanımca mümkün olmaz.Bu nedenle de HDP’nin sadece Kürt haklarına odaklanmayan; tüm toplumun taleplerine, rahatsızlıklarına yönelen; demokratikleşme, refah artışı, bölge ve dünya güçleriyle ilişkiler gibi temel başlıklarda kendi vizyonunu sunan net bir çizgi oluşturması çok önemli olacaktır.Tam burada söylemeliyim: Örneğin; HDP’nin bazı sözcülerinin, özellikle çok ciddi aktüel bir sorun olarak, Gülen örgütünün küresel kuşatmanın bir parçası olarak Türkiye siyasetine müdahalesi ve kullandığı araçlara dair ortaya net düşünceler koymaması; hatta iktidar içi bir çatışma gibi gördüğünü düşündürten, dahası hükümeti gayrı meşru çizgide ilan etmeye kadar varan söylemleri bence kabul edilir gibi değildir. Bu tutumun, hem Öcalan’ın tespit ve değerlendirmeleriyle, hem de partinin demokratlık iddiasıyla bağdaşır yanı olmadığı çok açık.3) Eğer “Yeni Türkiye” den, demokratik, iç barışını kurmuş, kişilikli özerk bir ülke olma halini anlıyorsak; bunun tek bir otorite etrafında yoğunlaşarak değil, değişim isteyen güçlerin iş birliği ve uzlaşması üzerinden aranması gerektiğini kabul etmemiz gerekir.İslamcı bir geleneğin devamı olarak iktidara gelen AKP, iktidarını kabul ettirmek için eski düzen güçlerine karşı büyük bir meşru mücadeleye giriştiği ilk yıllarda, irtica korkularına karşı demokrat aydınların söylediği çok haklı bir argüman vardı: Demokrasi mücadelesi ilkesel bir tutumdur. Ve demokrasinin kendisi de, demokrasi arayışı da belirsizlikleri, riskleri içerir. Fakat barışçı, uyumlu bir topluma doğru ilerlemenin de başka bir yolu yoktur.Kanımca bugünün tartışmalarında da bu argümanları hatırlamanın zamanıdır.
Seçimler, Yeni Türkiye ve Kürtler
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik