Merhum Şerif Mardin’in akademik dünyamıza bıraktığı belki de en önemli mirası Jön Türklerin Siyasi Fikirleri başlıklı eşsiz eseriydi. Bu eserinde Mardin, “Yeni Osmanlılar”ın ve “Jön Türklerin” fikri arkaplanını çözümlemeye ve zihniyet haritasını çıkarmaya gayret ediyor ve bunu da harikulade bir biçimde yapıyordu.
Mardin, “Yeni Osmanlılar”ın fikirlerinin, ‘tabii hukuk’ gibi, Batı’dan aldıkları fakat Şeriat’le uygunluk halinde ortaya koydukları, bir temel çerçeveye oturduğunu imliyordu. Zira dini kültür kalıntıları düşüncelerine bir derinlik veriyordu.
Jön Türkler’in programı esasında kendilerinden önceki kuşağa oranla çok daha az teorik-spekülatif içerikliydi. Belki Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma tehlikesi bu yeni kuşağı, daha pratik, daha hızlı sonuçlar elde etmeye itmişti.
Aslında Jön Türkler bir hayli idealist gayelerle temayüz etmiş ancak siyasi bir hareket olmaktan uzak bir organizasyondu. Kişisel ithamlar ve dedikodular o kadar yoğundu ki, Mardin’in vurguladığı üzere “sanki birbirlerini tökezleme stratejisi siyasi fikirlerinin gerçek içeriğini oluşturuyor, teorik program ise bu gerçek amacın kamuflajı, paravanası ve maskesi olarak ortaya çıkıyordu.”
Birtakım fikirler ve eğilimler ifade ediliyor ancak bunlar Batı düşüncesinin cenderesine alındığı vakit otantik ve sahih olmaktan çıkan, kendilerine yabancı, özden yoksun biçimlere dönüşüyorlardı. Pek tabi bu ‘sakat’ bir düşünce tarzıydı. Zira Nurullah Ataç’ın muhteşem tespitiyle:
“Bütün fikir hayatımızın en büyük kusuru düşünce eksikliği, düşünme eksikliğidir. Biz düşünmüyoruz.. gerçekten düşünmüyoruz, düşündüğümüzü sanıyoruz, düşündüğümüzü düşünüyoruz.. Yoksa bir nesneyi bir konuyu alıp da onu incelemiyoruz, onun üzerinde düşünmüyoruz. Bunun içindir ki, nereden, neden açılırsa açılsın, biz hemen bir takım parlak, ‘güzel’ sözler söylemeye kalkıyoruz, bununla yetiniyoruz.. Karşımızdakini şöyle oturaklı parlak bir sözle susturmayı düşünüyoruz. İşte bu düşünmek değildir düşünmemenin ta kendisidir…”
Şerif Hoca bir iki istisna dışında Jön Türkler için daha geçerli bir yargı bulmanın zor olduğunu belirtir. Çünkü Jön Türkler fikri düzeyde önemli bir müktesebattan yoksun idi; kendi tarihlerini bile derinlikle ele alamıyorlardı.
Zira amaçları ve en büyük kaygıları, düşüncelerinin başlangıcı ve sonu, devleti kurtarmaktı. Bu da kısa erimli, araçsal ve devlet için geçerli çözüm yollarının aranmasına cevaz verdi. Bu haslet belki de günümüze kadar tevarüs eden bir durum teşkil etti.
İşin daha ilginç tarafı Türkiye toplumunun da bu duruma teşne olmasıydı. Böylece, Türkiye’de ‘felsefesizlik’, Mardin’in deyimiyle “çağdaş zamanlarda yalınkat bir pragmatizm şeklinde gelişmiştir.”