Tyrannosaur (2011) orta yaşı geçmiş huysuz ve kavgacı bir adamın, dünyasına Hannah adlı yardımsever bir kadının girmesiyle değişmesinin hikâyesi. İşin içine girince hiçbir şeyin bu kadar da basit ve yalın olmadığını anlıyoruz, bir hidayet hikâyesi değil bu. Sinema oyuncusu, müzisyen ve yönetmen olan dört başı mamur İngiliz sanatçı Paddy Considine’nin uzun metrajlı ilk filmi.
Joseph canını sıkan herkese küfürler eden, gittiği mekanlarda, özellikle de haksızlığa uğradığını hissettiğinde kavga çıkarmaya hazır, hatta bir öfke nöbetinde biricik can yoldaşı olan köpeğine tekme savurup ölümüne yol açan bir geçimsiz. Köpeğe güzel bir mezar kazıp evinin bahçesine gömüyor ama yaşamının tanığı, onu seven biricik varlığa yaptığı kötülükle en çok kendine zarar vermiş durumda.
Bu sıkıntıyla para çekmeye geldiği postanedeki memuru ayakkabısında bomba olduğunu söyleyerek korkutması, insanlara karşı daha birçok şiddet dolu davranışının nedeni karısının ölmesiyle dengesini kaybetmesi olarak açıklanmış. Onu seven değer veren aşırılıklarını dengeleyen yatıştıran eşinden yoksunluk katlanma eşiği birden aşağılara çekmiş sanki.
Filme de adını veren tiranazor, şişman şeker hastası karısına Jurassic Park filmindeki dinazorlardan esinlenerek şaka yollu seslendiği hitap şekli. Sade yalın ve iyilik timsali bir kadınmış, hayata safiyet ve teslimiyetle bakarmış. Karısının herkesi bağışlayan kalbinden nasıl nefret ettiğini, onu aptalın teki sanıp nasıl da kötü davrandığını alay etiğini itiraf ediyor Hannah’ya.
Bahis oynadığı yerde insanlarla yine enti püften sebeplerle atıştıktan sonra, Joseph’ın camında hayır mağazası yazan bir dükkana dalması çok manidar. Ne istediğini ne aradığını bilmeden içeri daldığı mekanda asılı elbiselerin arkasına gizlenmesi, yere çömelmesi, hareketsiz beklemeye başlaması, mağaza sorumlusu Hannah’nın tahmin edilenin aksine paniğe ya da korkuya kapılmadan tek zoru sormadan işine devam etmesi, sonra adama çay ikram etmesi, sadece incitildiyseniz Allah sizi görüyor ve seviyor demesi çok etkileyici bir damar. Yıldızı parlayan bir sahne.
Dükkânda satış yapılmıyor, ihtiyaç sahipleri kendilerine uygun giysileri görevlinin yardımıyla bulup giyip gider sadece. Hannah’ın sakin hali polis çağırmayı tercih etmemesi adamın kapanış saatine kadar orada kalmasına yol açar. Fakat adam yine de kadını aşağılamaktan inançlarıyla alay etmekten geri durmaz.
"Tanrı babam filan değil, beni neden seviyor, yeterince iyilik yaparsan Tanrının seni iyileştireceğini mi düşünüyorsun. Demek Maners Estate de yaşıyorsun, çimler düzgün kesilmiş, beş yatak odası, herkese iki araba, iyilik meleği fazilet timsali öyle mi sökmez bana bu durumlar", babında konuşarak kadını ağlattı sonunda.
Yaşamın içindeki çelişkileri bulup çıkarmaya karar veren yönetmen varlıklı bir mahallede oturan Hannah’ya acı bir rol vermiş bu dünyada. Evli, çocuğu olmuyor, çünkü kocası istemiyor, güzel evine geldiğinde kanepeye uzanıp gözlerini sımsıkı kapatarak yorulup uyumuş numarası yapıyor şiddetten kaçmak için. Kocasının cinsel sapkınlıklarına karşı koymaya kalktığında ağır bir şiddete uğruyor çünkü. Yoksul mahallelerden geçerken anne ve çocukların mutluluğunu ancak parklarda izliyor bu yüzden.
Joseph’ın bir bilardo salonunda gürültülü konuştukları gerekçesiyle saldırdığı Pakistanlı gençlerin misilleme yapması, onu gece evinin önünde kıstırıp dövmesi karşısında arkadaşları Keltler olarak örgütlenip hepsine saldıralım önerisinde bulunur. Bunu kabul etmez çünkü ilk saldırıyı yaparak haksızlık yapan kendisidir ve konu burada kapanmalıdır. İşte bunlar hep Hannah’yla karşılaşmanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmasıyla, bu tuhaf aşkın büyüsüyle ilgili. Arkadaşlarının tsunami sel kıtlık her dertlerinde onlara yardım topluyoruz yaptıkları şeye bak diyerek yaptırım hakkını elde tutma arzularını da deşifre etmiş yönetmen. Bu bütün toplumlarda karşılaştığımız insanlık handikapı; yardım edenin verilenin insanlık haklarını da ele geçirmesine göz yumulup yumulmaması tartışması.
En yakın arkadaşı Jack kansere yakalanmış ve ölüm döşeğindedir. Dua etmesi onu öldüğünde kucaklaması ve gerekeni yapması için Hannah’yı hastaneye götürmesi, dostunun kalbini onarması, günahlarının affı için ondan Tanrıya yakarmasını istemesi ilginç sahneler. İnançla alay eden ama bir türlü de vazgeçemeyen modern insanın şizofrenisi. Aslında Jack kanserden değil kızının onu sevmemesinden, aramamasından ölmektedir. Tek dermanı olan kızının sevgisinden mahrumiyet yaşamını sonlandırmıştır. Bu da sandığımız gibi sadece Batı toplumunun yalnızlaşması değil, artık küresel bir "Bulantı”.
Jack’ın ölümünden sonra bir bara gidip eğlenmeleri seni özleyeceğiz temalı bir akşam yaşamaları da bize tuhaf gelen bir kültür. Fakat söyledikleri şarkı anlamsız değil: Şarkıyla içimizi döküyoruz / Bir gün daha mücadele etmek için / Evet yaşayacağız / Bir gün daha sevmek için / Tüm bunlardan güç aldık / Çok güçlendik yoksa düşerdik.
Bu acının ardından da bela onu bırakmıyor. Genç bir dul kadın olan yan komşunun sevgilisi her gelişinde kadının oğlunu sokağa atıp dışarıda bekletmekte. Dışarıya bıraktığı pitbul köpeği herkesi rahatsız edip saldırgan tavırlarla havlamaktadır gelene geçene. Kapıda bekleyen çocuğa saldırdığında da adam köpeğine müdahale etmez ve çocuğun yüzü parçalanır. Joseph, köpeği öldürdüğünde herkes kısık sesle kutlar onu ama sonuçta insanlar bir ders vermekten söz etseler de bir kişi çıkıp bunu yapar. İnsan ne kadar iyi niyetli olursa olsun şiddetten kaçış mümkün görünmemektedir. Bu yüzden herkes düşünür ama ben yaparım, diyor Joseph kahırla.
Hannah da eşinden gördüğü son şiddetin akabinde onu öldürmüş ve Joseph’a sığınmıştır. İyilik timsali kadın sona doğru bir cana kıyar böylece. Aslında film boyunca iyilik ve şiddet sarmalı bir anafor halinde seyirciyi içine almakta, yaşamın gernçeklerine karanlık yanlarına dair her şey gözler önüne serilip tartışmaya açılmaktadır bir bakıma.
Şiddetin kol gezdiği hayatta iyiliğe, bağışlamaya tutunmanın bir yolu var mıdır sorusu etrafında dönüyor film ve cezaevindeki Hannah’yı ziyaretten dönerken bir şarkı tutturuyor Joseph:
Ayrıntılara takılmayacaksın / Bırakacağım cildim kurusun / Harap gittik evlat yollarda / Tamam battık / Hem de yerden göğe kadar / Dostlarımızı çıplak izledik / Tamam bittik.