Ana SayfaYazarlarSıcakla gelen...

Sıcakla gelen…

 

Bu sorunun devamı da olmalı, sıcakta giden… 

 

Kendinizi nasıl duyumsuyorsunuz, kırk’a vuran sıcaklarda? 

 

Elbet benim gibi yazıklanıyorsunuz, fırın işçisine, asfalt delene, çatı aktarana, döner çevirene, cephede vuruşana…

 

Sonuncu dışındakinin mesleği deyip geçmek de bir avunmak, ekmek parası, ya  sonuncular? Sonuncuların elinde kalan şehitlik yahut gazilik tek onuru vatanı savunmak… 

 

Hastanedekiler peki? Hem hasta, hem sıcakta, öyle böyle değil,  boğucu sıcakta? 

 

Ömrüm sağlık sektöründe  geçti, hâlâ en sevdiğim yerdir, hayat farklı akar, insanlar başka biçimlere bürünür, kendi fark etmese de. 

 

Bir var ki çocuklar hep aynı, her yerde, hastanede de… 

 

Bugün onlarlaydım, bütün servislerde, polikliniklerde, hastane koridorlarında, röntgende koşuşan, gülüşen, hasta da olsa oyun oynayan, onlardı. Hastalığa da, dilsizliğe de, mülteciliğe de, çaresizliğe de , kimsesizliğe de gülüp geçer, çocuk… Bir yanı kırık, buruk olsa da güler geçer. 

 

Yolu hastaneye düşmek de bir şans, savaşın hüküm sürdüğü ülkelerin çocukları bizimkileri görse imrenir. Gazetenin ilk sayfasında  Esed’in vurduğu şehirde sedyede ve büyük olasılık ölüm eşiğinde yatan babasına dehşetle bakan, kendisi de yaralı erkek çocuğunun resmi var, bak bak kahrol… 

 

Hayat nedir? O hayatı insan olarak yaşamak nedir? 

 

Papaya göre, Sofia Loren’i klonlamanın caiz olduğu mudur? 

 

Esed alçağı gibi, bombayla, kimyasalla kendi halkını ölümle terbiye etmek midir? 

 

Belki bu çağın zulmünü görüp anlamayalım diye (mi?) icadolan, gemi azıya alan Alzeimer piyangosu çıkarsa bu fakire, alınan onca sayısala tek numara vurmazken, bu büyük ikramiye kader olursa, beni bildiği en kestirme yolla, hayattan silerek iyi etmesini rica ettiğim ateist doktor arkadaşımın, ‘beni günaha sokma’ demesindeki ermişlik midir? 

 

O derin hayat nedir, hayatı insanca yaşamak nedir, sorusunun yanıtı:Yesevi’nin hocası İmam Gazali’nin çağdaşı Hace Yusuf  Hemedani’ye göre ‘canlı, avunup teselli olandır. Hayat da avunmak ve teselli olmak… Herkesin kendi makamıyla durumuna göre bir teselli yeri vardır.’  (Alıntı: N.Şişman./Yeni İnsan-Kaderle tasarım arasında.) 

 

Avutmayı bilmeyen, istemeyen, teselliyi bilmeyip, kabul etmeyen, teselli etmekten geri duran kişi, insandan sayılmaz, bu tanıma göre… 

 

Hayat, şu tılsımlı ve güzelim dünyamızı cehenneme çeviren savaş yamyamları ve tüccarlarına rağmen bütün coşkusuyla akarken, her saldırı, her bomba, bütün terör eylemleri aralıksız sürerken nasıl güzel, umutvar olur ki çocuklar? Kalabilecek mi? İnsanların, insanlığın aldığı yaralar nasıl onarılır? 

 

Hayat bir ödev, yazılısı, sözlüsü olan, bazen çoktan seçmeli, bazen açık uçlu sorularla dolu. 

 

Hayat ne ara azab’oldu? 

 

Ortadoğu coğrafyasında doğmak kaderi olan insanları kim canlı tutup avutacak, kaderlerini güzel kılacak, teselli edecek, kim? 

 

Akıl mı? Geçiniz…O şer cephesinin, savaş aklının aklı da akıl, neye yarıyor peki? 

 

Dayanışmak mı? Kadere ve hayata sanal biçimler verip, yeniden ve olabildiğince kötü yazanlara karşı dayanışma yetecek mi?

 

Yoksa biz insanlığın taş devrinde miyiz, hâlâ? 

 

Onca buluş, onca teknik, öldürmenin yanı sıra sağaltmanın nice yolu, uzayda fink atmak, büyük patlama deneyleri yapmak, insanın şifresini kırmak gerçekleşmiş olsa da, bir büyük, derin, suskun ve ayıplı taş devri mi yaşamaktayız? 

 

Ortadoğulusuyla kutuplardakiyle, insanlığı mamur edecek, mutlu kılacak onca variyete, buluşa, kitaplar dolusu akıl ve fikire rağmen, barış diye bağırıp dururken savaş tamtamı çalmayı sürdürmeyle, nice hastane, nice kütüphane, nice okula harcedilecek variyeti insan öldürmeye dökerken, klonlasanız ney, tüpte insan yapsanız ney, ötenazi hakkı,  ortopedik cihazlar geliştirseniz, azaları düştüğü yere çalışır şekilde dikseniz, yüz yenileseniz, kalp değiştirseniz, uzayda, gemiden çıkıp tamirat yapsanız ney? 

 

Kaderleri iyiye güzele, dünyamızı yaşanır yer olmaya doğru değiştiremedikten sonra? 

 

Kırılan kalpleri alçıya alamayıp, iz bırakmadan onarmayınca? 

 

İşsizlik, aşsızlık, kadersizliğe çare bulmadıktan sonra? 

 

Zulme karşı aşı icadetmedikten sonra? 

 

Aşk’ın bile bu yeni taş devrinde haz’dan, hasretten, özen ve asaletten habersiz, ten işlerine indirgenip, hayalden ve özleyişten uzaklaştırıldığını, bir derin düş kırıklığına dönüştürüldüğünü isyansız, kıpırtısız, suskun izleyip, karşı çıkmadıktan sonra? 

 

Bunca büyük ve yanıtsız soruyla, dışarıdaki boğucu sıcağı kalbinize taşıyıp daralın diye değil, alimin avutma ve teselli etme, karşındakine yalnız olmadığını hissettirme seçeneğini, öğüdünü hayatın uğultusu içinde bir an durup düşünün diye diyorum, acizane… 

 

İster cezaevindekine, ister hastanede yatana, devlet koruması altındaki çocuklara, bakımevindeki kimsesiz ve kimseli yaşlılara, mülteci kamplarındakine yahut şehrinize sığınmış mülteci çocuklara, sanayide çekiç sallayan çocuklara, şiddet gören kadınlara, söylemeye elikenlere bir adım sokulmak zor olmasa gerek… 

 

Sıcağı da soğuğu da daha az fark edersiniz böylelikle, hiç olmadı kendinizi fark edersiniz, o da müşkül, önemli, zor iştir, ne mutlu olabilene… 

- Advertisment -