Ana SayfaYazarlarŞii Hilâli Türkiye için tehdit mi?

Şii Hilâli Türkiye için tehdit mi?

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yanına bakanları, üst düzey devlet görevlileri ve işadamlarını alarak Tahran’a gitti. Ziyarette, ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkartılması, üç sınır kapısının 24 saat açık tutulması, iki ülke ticaretinin kendi para birimleri ile yapılması, karşılıklı yatırımların arttırılması, PKK ve referandum konusunda ortak tutum takınılması gibi konularda uzlaşmaya varıldı. İran ve Türkiye, uzlaşmaya varılan konuları pratikleştirebilirlerse, hem ABD ve İsrail üzerinden gelen tehlikelere karşı bağışıklık sistemlerini güçlendirmiş olurlar, hem de Ortadoğu’nun etkilenen değil etkileyen ülkeleri haline gelirler.

 

Son dönem yazılarımda şu tezi savunuyorum: Türkiye ve İran, küresel güçlerin kendi aleyhlerine çalıştığı, yanı başlarındaki coğrafyanın yeniden yapılandırıldığı bir konjonktürde, kavga etmek yerine işbirliği yapmak mecburiyetindeler. Yoksa çok büyük kaybederler.

 

İşbirliğini gerekli ve zorunlu kılan dört faktör var. (1) İki ülkenin gerçekleştireceği işbirliğinin sağlayacağı yararın, iki ülkenin birbirleriyle kavgalı olmasının getireceği faydadan daha fazla olması. (2) Amerika’nın iki ülke için yarattığı tehdidin, iki ülkenin birbiriyle kavgalı ve gergin olmasından daha önemli hale gelmesi. (3) İki ülkenin işbirliğine gitmesi halinde, bulundukları bölgeyi şekillendirmeye çalışan dış güçleri durdurabilecek bir karşı güç oluşturabilme kapasitelerinin olması. (4) İşbirliğinin ekonomik boyutu: entegrasyon yoluyla iki ülkenin yılda net 100 milyar dolarlık bir katma değer yaratabilmesi.

 

Karşı tezler

 

Ancak Türkiye ile İran’ın uzlaşması ve işbirliğine gitmesine itiraz edenler de var. Bu tezler daha çok bir “uzlaşmaz çelişki” öngörüsünden yola çıkıyor. En etkili argüman şu: İran bir Şii Hilâli peşinde. Irak, Suriye, Lübnan, Bahreyn ve Yemen’i içeren bu jeostratejik kuşak Türkiye’nin menfaatlerine aykırı.

 

Bu tez ilk defa 2004’te Ürdün Kralı Abdullah tarafından seslendirildi. İçeriği, Ortadoğu’ya mezhepler üzerinden derin fay hatları döşetip, bölge ülkelerinin iç rekabet ve savaşlarla yorgun düşürülmesi sonucunu verecek nitelikte. Tezin Türkiye piyasasına sunulma hali de enteresan: Sanki adı geçen ülkelerde Türkiye’ye hizmet eden rejim veya düzenler var. Ama İran bunu engellemeye çalışıyor.

 

Yeryüzündeki 1.5 milyarlık Müslüman nüfusunun 1.2 milyarı Sünni, yaklaşık 300 milyonu ise Şii. Bu kesimin yüzü Tahran’a dönük. Bu anlaşılabilir bir şey. Zaten sokaktaki insanlarla konuştuğunuzda bunu görüyorsunuz da. Çünkü inançsal boyut bu ülkelerde ideolojik ve psikolojik bir yakınlık oluşturmuş bulunuyor. Tıpkı Sünni nüfusun Türkiye ile benzer bir yakınlık oluşturması gibi.

 

En olumsuz senaryoyu esas alalım. Bir Şii Hilâli kurulursa (ki çok zor, hattâ imkansız görüyorum, çünkü İran’ın bu nüfusu mobilize edecek imkân ve kabiliyete sahip olmadığını düşünüyorum), yani Pers milliyetçiliği Şia ile birleşirse, bu Türkiye’yi etkiler mi?  Etkilemeyeceği kanaatindeyim. Beni bu kadar iddialı konuşmaya şu tesbit yöneltiyor: Türkiye’ye görünüşte ters düşen ama çatışmasız bir Ortadoğu düzeni kurulsa dahi (Amerika’nın ileri karakoluna dönüşecek bir Kürt kuşağı hariç), bu en çok Türkiye’ye hizmet eder. Çünkü Türkiye dışında hemen bütün Ortadoğu ülkelerine gıda, sanayi, ulaşım, altyapı, inşaat, kimya ve tarım ürünleri veya hizmetleri satan bölge ülkesi yok. Türkiye'yi sevmeyen ülkeler bile daha ucuz, kaliteli ve rantabl olduğu için Türkiye’nin ürünlerini tercih edecek.

 

İran, Şii Hilâli’ni Türkiye aleyhine kullanamaz mı? Kullanmak istediğini varsayalım. Nasıl ve hangi kartla? Türkiye’nin Şii Hilâli üzerindeki nüfuzu siyasi değil ekonomik olacak. Ekonomik nüfuz karşısında da hiçbir ideoloji, hiçbir askeri ve siyasi sınır duramaz. Ayrıca Şii Hilâli ile Türkiye arasında zaten Sünni bir kuşak var. Şii Hilâli Türkiye aleyhine kullanılmak istense dahi coğrafi koşullardan dolayı Türkiye’ye etkileri abartıldığı kadar olmaz.

 

Ortak Kürt stratejisi

 

Türkiye ile İran ilişkilerinde tehdit oluşturacak gelişme, İran’ın bir Şii Hilâli hinterlandı oluşturması olamaz. İki ülke arasındaki uyum ve ahengi bozabilecek tek problem ancak Kürtler olabilir.

 

Eğer Türkiye ve İran, Kürtler konusunda anlaşabilir, şiddet hareketlerine karşı ortak bir duruş sergileyebilir, Batılı güçlerin Kürt kartını oynama arzusuna karşı etkili bir strateji geliştirebilirlerse, hem kendileri hem de bölge açısından çok şey değişir. O zaman Kürt kartı dış aktörlerin elinden alınmış olur. Ama İran ve Türkiye Kürtler konusunda uzlaşamaz, ortak bir tavır ve  işbirliği geliştiremezlerse, işte o zaman en büyük zararı birbirlerine vermiş olurlar.

 

Bazı çevreler, Kürtler konusunun İran-Türkiye ilişkilerinin içinden çıkılmaz bir boyutu haline gelmesi için inanılmaz derecede kafa karıştırıcı yöntemler deniyor. Şunu söylüyorlar:

“İran, Barzani’ye bağımsız devlet kurdurtmak istemiyor. Bunun için PKK’ye yönelik işbirliği kartını masaya getiriyor. Türkiye bu yeme aldanmamalı. PKK’ye karşı ortak tavır uğruna Barzani’yi karşısına almamalı.”

 

Asıl Türkiye’nin, bağımsız devlet sürecini PKK’ye verilecek zararın müzakere kartı haline getirmemesi hata olur. Hem bağımsız devlete giden yolu döşemeniz istenecek, hem de bu yolda PKK’ye verilecek zararı düşünmeyeceksiniz denecek! Türkiye bu kadar öngörüsüz bir ülke olabilir mi?

 

Barzani faktörü

 

PKK söz konusu olsa dahi Barzani’yi karşımıza almamamız gerektiğini önerenler, Barzani’nin bize sunacağı ekonomik menfaatlere odaklanmamızı istiyor. Tabii ki Türkiye, iyi ilişkileri ve yumuşak gücünü kullanarak, Barzani bölgesinin kendisine sunacağı ekonomik pastadan yararlanmalı. Ama Türkiye bunu yaparken neden İran’ı karşısına almayı bir strateji olarak denemek zorunda kalsın? Eğer mevzu ekonomik ilişkilerse, Ankara iki tarafı kazanmak yerine neden tek tarafı kazanmaya yönelsin? Neden çeşitlilik yaratmaktan vazgeçsin?

 

Bir kere, potansiyel olarak Türkiye’nin İran’la iyi ilişkilerinin getirisi Barzani ile kuracağı iyi ilişkilerin getirisinden daha az değil. Türkiye ile İran 2015 yılında bir Tercihli Ticaret Anlaşması imzaladı. Anlaşma ile taraflar ticareti iki yıl içinde 30 milyar dolara çıkarmaya karar verdi. Ancak hedefler gerçekleşmedi. Çünkü araya Suriye anlaşmazlığı ve Amerika’nın ambargo baskısı girdi. 2016 yılında ticaret hacmi 10 milyar dolar dolayında kaldı. Oysa potansiyel bunun on veya yirmi misli.

 

Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirmek isteyenlere en güzel cevap şu olabilir: İki ülke, menfaatlerinin ayrıştığı alanlarda rekabet etmeli, menfaatlerinin buluştuğu yerlerde işbirliğine gitmeli. Ama hiçbir zaman, ayrışma alanlarını, buluşma alanlarını bozma nedeni yapmamalı.

 

- Advertisment -