Diyadin’de silahlar patladı. Siyasi aktörler, kamuoyu oluşturucular, yerleşik pozisyonlarına uygun sesler veriyorlar. Artık alıştığımız gibi, taraflardan birisinin başarısının yaşamsal önemde olduğuna inananlar çoğunlukta ve sahayı onlar dolduruyorlar. Siyasal iklimin, bu sert duruşu kışkırttığını hepimiz fark ediyoruz. Benim gibi, Kürt siyasi hareketi ve muhafazakâr siyasetin karşılıklı imha çizgisine doğru sürüklenmelerini tehlikeli bulan, tersine demokratikleşme sürecinin, bu kesimlerin, uzlaşmaları da içeren normal siyasi rekabetine bağlı olduğunu düşünenler için zor günler yaşıyoruz.
Ağrı’da olanların seçimlerle ilgisini ne reddeden var, ne de bundan şüphe duyan.
İktidar cephesi, seçimlerin üstüne silahın gölgesinin düşmesine izin verilemeyeceğini savunuyor. PKK’nın silahlı varlığının toplumsal iradenin özgürce oluşması ve seçim güvenliği önünde tehdit yarattığını söylüyor.
HDP ve ona yatırım yapan cephe, HDP’nin önünü kesmek amaçlı bir provokasyonla karşı karşıya olduğumuzu ileri sürüyor; fail olarak iktidarı işaret ediyor. Toplumu ikna etmek için yaslandığı temel argüman; PKK’nın silahlı varlığı ve yerleştiği bölgelerin bilinmesine rağmen iki yıldır çatışmasızlık politikası uygulanırken tam seçimler öncesinde bu politikayla uyuşmayan bir adım atılmış olması. Buna “Ankara’nın tuzakları” diyenler de oldu.
İktidarın, bu kritik seçimin öncesinde kitlelerin siyasal davranışlarını etkilemek için hamleler yapmayacağına, HDP’nin şiddetle ilişkisini topluma hatırlatan sahnelerden yarar ummayacağına kim kefil olabilir? İki yıldır varlığını sürdüren fiili statünün, seçime çeyrek kala bir valinin kimseye sormadan kendi köşesinde aldığı bir kararla bozulması, herhalde hiçbirimize inandırıcı gelmez. Ortada daha yüksek bir irade, daha geniş bir siyasi perspektif ve hesap olduğunu düşünürüz. Sonuçta gelişmeleri, iktidarın seçimlere giderken başvurduğu politik manevra olarak değerlendirmek mümkün olabilir. “İktidar” derken bile açılması gereken bir kavramdan, daha net adreslerden bahsedilmesi gerektiğinin farkındayım.
Ancak bu tartışmayı muhalefet kazanamaz. Neden mi? Bunca yıldan sonra gelinen bu noktada hala silahı elinde tutmaktan vazgeçmeyip, ondan fayda ummayı meşru sayarken; iktidarın elinizdeki silahın varlığını topluma hatırlatmaktan yarar ummasını gayrı meşru ilan ederseniz kimse sizi dinlemez de ondan.
Kürt siyasetine yön verenlerden, iktidarın en tepelerinde oturanlara; medyanın “her yolu bilen” kaşarlanmışlarından, iş dünyasının “ steril” kravatlılarına kadar; bu ülkede siyasetin tertemiz kürsülerden başka bir araç kullanmadığına inanan kimseyi bulamayız. “Koz” olarak masaya sürülecek hamlelerin meşruiyet sınırlarının “genişliği” hakkında tüm aktörlerin sağlam fikirleri vardır. 90’ların başında barışın eşiğinde silahsız 33 erin katledildiği, bir başka dönemeçte Silvan’ın yaşandığı, en sonuncusunda Paris’te kadınların vurulduğu bir tarihten geliyoruz. Uludere basiretsizlik sonucu yaşanan bir kaza mıydı yoksa büyük bir tuzak mı? Bunun cevabını da henüz öğrenemedik. Böyle bir ülkede, elinizdeki silahı bırakmaya yanaşmadığınızda, birileri de size “hem elinde silah tutacaksın hem de seçim kazanacaksın, o kadar da değil” diyebilir. Elindeki silahla, seçimlerde meşruiyet arama çabasının çeliştiğini toplumun gözüne sokabilir. Sen de, “iki yıldır bu dağlarda elde silah duruyorduk, tam seçimlere giderken bu askerler nereden çıktı” diyemezsin. “Bizi halkın gözünden düşürmek istiyorlar tuzak kuruyorlar” da diyemezsin… Dersen de dinleyen bulamazsın…
Öcalan, uzun yıllardan sonra Türkiye’de silahlı mücadele döneminin kapandığını net ifadelerle açıklarken, şiddetin Kürt hareketinin geleceği ve Türkiye demokrasisi yolunda bir kambur; taşınması imkânsızlaşan bir bagaj olduğunu gördü.
Bugünün Türkiye’sinde siyasi amaçlar için elinde silah tutanın, mağduriyet üzerinden sağlayabileceği bir meşruiyet kalmadı. Silah, mağduriyetin mecbur kıldığı bir “çare” değil, kendisi mağduriyet yaratan haksız bir araca dönüştü.
Onun için HDP eksenli muhalefet, iktidara yönelttiği provokasyon suçlamasına karşı, “o silahlı gücün orada ne işi vardı?” sorusuna hiçbir tatmin edici cevap veremiyor. Kürtçe yasaklanır, köylülere dışkı yedirilir, köyler boşaltılır, ormanlar yakılır, sokak ortasında infazlar yaşanır, toplu mezarlar kazılır, OHAL valiliği, JİTEM ortalığı kasıp kavururken “o silahın ne işi var?” sorusunun kabul edilir bir cevabı vardı belki. Ama artık yok.
“Silahı taşıyan sonuçlarına katlanır; siyasette kaybeder” günlerine geldik.
Yaşadığımız seçim süreci ve Ağrı olayları da bunu bize anlatmıyorsa hiçbir şey anlatmaz.
Yaşanılanı “Ankara tuzakları” olarak niteleyenlerin bir kısmı, AKP iktidarından kurtulmak için en ahlaksız tuzaklara destek vermekten çekinmeyenlerden; en kirli yapılarla kucak kucağa siyaset yapanlardan oluşuyor. Buralardan yükselen “siyasi ahlak” gösterilerinin kendi mahalleleri dışında yankı bulmasına imkân yok.
Onlar, iktidarla olan hesaplarını Kürtler üzerinden görmek için çok çabaladılar. Kürtlere, bıkmadan usanmadan elinizi tetikten çekmeyin telkininde bulundular.
Şimdi eller tetikte görüntü verilince tuzaklardan yakınıyorlar. O cephede yüzsüzlüğün sınırı yok.
Fakat bu arada olan Kürt hareketine oluyor.