Oslo Görüşmeleri’nin bitmesinin ardından 2011-Haziran ile 2013-Ocak arasında geçen bir buçuk yıllık sürede Türkiye çok kanlı bir dönemden geçti. 1999’da Öcalan’ın yakalanmasından sonraki en fazla ölüm bu dönemde yaşandı, en çok kan bu dönemde aktı. Vurarak, kırarak, ölerek, öldürerek herhangi bir çözüme ulaşılması mümkün değildi. Taraflar bunu bir kez daha tecrübe ettiler. Ve nihayet 2013’ün ilk günlerinde demokratik siyaseti öne alan yeni bir süreç başladı.Süreç iki yıldır devam ediyor. Bazen çok gergin günlerden geçildi, süreçte sıkıntılar baş gösterdi. Hareket noktasına dönmeye sebep olabilecek hadiseler meydana geldi. Ama taraflar sıkıntıları atlatmayı, kamyonu devirmeden ilerlemeyi başarabildi. Karşılıklı olumlu adımlar atıldı. Zaman içinde süreçte somut adımlar atıldı, süreç olgunlaştı ve direnç kazandı.Hükümet ve HDP’nin 28 Şubat’ta yaptıkları ortak basın toplantısı -şimdilik- süreçteki zirveyi temsil ediyor. Bununla barış yolculuğunda önemli bir merhaleye gelindi. Kuşkusuz bundan sonra da birçok problem ve anlaşmazlık noktası olacaktır. Ama varılan nokta, problemleri çözme ve anlaşmazlıkların üstesinden gelmede süreci daha güçlü kılmıştır. Türkiye’yi barışa geçmişe kıyasla çok daha fazla yakınlaştıran bu çağrının, başlıca üç önemli etkisinin olacağını düşünüyorum: Makasın kapanması
- Ali Bayramoğlu’nun birçok yazısında vurguladığı bir husus var. O da, sürece tarafların farklı mana biçmeleri, hükümet ile PKK’nin süreçten anladıklarının birbirinden farklı olmasıdır. Kabaca özetlemek gerekirse: Hükümet süreç derken, silahlı mücadelenin bitirilmesini, taleplerin demokratik siyaset içinde ve yeni anayasa çerçevesinde konuşulmasını kastediyordu. Buna mukabil PKK ve HDP, Kürt meselesine esas teşkil eden taleplerin kendisiyle müzakere edilmesini talep ediyordu. Bu yapısal farklılık nedeniyle taraflar arasındaki makas da açılıyordu.
Dolmabahçe’de yapılan ortak niyet ve irade beyanı, Bayramoğlu’nun ifadesiyle “taraflar arasındaki paradigma ve beklenti farklılığından kaynaklanan makas açıklığının kapanabileceğine” işaret etti.Bu meyanda 6-8 Ekim Olayları ile başlayan tıkanıklık da giderildi. Ortak açıklamayla taraflar, belli bir çerçeve üzerinde mutabık kaldıklarını ve bu çerçeve doğrultusunda hareket etmeyi kabullendiklerini deklere ettiler. Bu mutabakat iki tarafa da bazı sorumluluklar yüklüyor. Mesele ilk etapta devletten beklenen izleme/gözlem heyetini kurması, hasta tutuklu ve hükümlülerin tahliyesini sağlamasıdır. PKK’nin ise insanların yaşamlarını zorlaştıran eylemlere son vermesidir. Gündelik hayata yansıyan bu adımların atılması halinde Kobani protestoları ile başlayan kırılganlık giderilecek ve süreç tahkim edilecektir. Yeni aşama
- Süreçte yeni bir aşamaya geçildi. Bu, müzakere aşamasıdır. Gerçi hükümet “müzakere” demekten özellikle imtina ediyor. Müzakere kavramını kullanmadan masaya oturmayı ve mevzuu bu şekilde konuşmayı tercih ediyor. Bunda yaklaşan seçimlerin etkisi büyük. AKP, bunun bir taviz olarak yorumlanabileceğini düşünüyor, böyle bir görüntüyle seçimlere girmek istemiyor. Buna karşılık PKK/HDP ise müzakerenin adı adınca ilan edilmesini, sürecin de buna uygun bir şekilde yürümesini talep ediyor.
Fakat bir tarafın çekingen, diğer tarafın ısrarcı olması sonucu değiştirmiyor. Sonuçta yapılan iş müzakeredir. 10 maddelik metnin yazım sürecine bakın. Metinler gidip geliyor, hassasiyeteler dillendiriliyor, ifadeler değişiyor ve en sonunda bir uzlaşmaya varılıyor. Sadece bu bile, taraflar arasında bir müzakerenin olduğuna delalet eder. Bu nedenle kavramın kendisine çok fazla takılmamak gerek. PKK kongresini toplar ve silahsızlanma kararını resmi olarak duyurursa, bunun nasıl ve hangi şartlarda yapılacağı kaçınılmaz olarak müzakere edilir. Önemli olan bu istikamette yürümektir. Bugün de yapılan –adı ne olursa olsun- odur. Çağrı ve baraj
- Silahsızlanma çağrısı, 7 Haziran’da yapılacak olan genel seçimlere de tesir edecektir. Bilindiği gibi HDP, seçimlere parti olarak girme kararı aldı. Çatışmaların hüküm sürdüğü ve sinirlerin gergin olduğu bir siyasi atmosferde HDP’nin barajı aşmasının imkânı yoktu. Fakat silahsızlanma kararının ilan edildiği ve sulhun hâkim olduğu bir ortamda HDP bunu başarabilir. Barışçıl bir ortam HDP’ye iki açıdan fayda sağlar:
a) 6-8 Ekim Olayları, HDP’nin hesabına yazıldı, ortaya çıkan tüm olumsuzluklardan HDP sorumlu tutuldu. Muhafazakâr-mütedeyyinlerin ve orta-orta üst sınıfların HDP ile aralarındaki mesafe arttı. Ancak bir barış havasında HDP, 6-8 Ekim’in yarattığı kırılmayı telafi etme fırsatı bulabilir ve bazı grupların endişelerini azaltabilir.b) HDP, Türkiyelileşme iddiasını taşıyor. Bu iddiasını gerçekleştirebilmesi için Türkiye’nin her tarafına gidebilmesi, propaganda yapabilmesi ve siyaset sahasını tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde genişletmesi gerekir. Silahın ağırlığını hissettirdiği ve çatışmaları olduğu bir halde HDP bunu başaramaz. Ancak çatışma ve çatışma tehlikesinin olmadığı bir vasatta HDP Türkiye’nin dört bir tarafında siyasi faaliyette bulunabilir ve farklı gruplarla temasa geçebilir. Barışı inşa eden aktörlerden bir olarak seçimlere girmek HDP’nin siyasi zeminini güçlendirir ve seçimdeki şansını artırır.Silahsızlanma kararı, AKP’nin de yararına olur. 30 yıllık savaşı sona erdiren, yıllardır kanayan ve toplumun hemen her kesimini mağdur eden bir yarayı durduran bir iktidar kimliğiyle seçimlere girmek, AKP’nin gücüne güç katar.Çözüm Süreci başladığı günden bu yana yapılan seçimlerin sonuçlarından çıkan önemli bir ders var: Türkiye toplumu, barışın yolunu döşeyecek her siyasi adıma büyük bir destek verdi, barış için inisiyatif alan aktörlerin arkasında durdu. Muhtemelen bundan sonra da böyle olacak. Dolayısıyla silahsızlanma çağrısından kimlerin kazanıp kimlerin kaybedeceği şimdiden kestirilebilir. Süreci başlatan ve sürdüren AKP ve HDP kazanacak, sürece mesafeli duran ve ikircikli bir tavır sergileyen CHP ile sürecin tamamen karşısında duran MHP ise kaybedecektir.