MHP lideri Devlet Bahçeli'nin farklı bir tarzı, olayları ele alırken esprili yaklaşımı olduğuna inanırım. Ayrıca renkli benzetmeleriyle akıllarda kalan bir “propaganda yöntemi”nden söz edebiliriz. Ancak, bazen, kendisinin benzetmeleri; öfkeye, tehdide de dönüşebiliyor.
Bahçeli, başından beri, Kürt sorununun çözümüyle uğraşanlara, barış için çaba sarf edenlere taktığı sıfatlarla dikkat çeken bir siyasetçi. 1 Ağustos 2009’da, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın çağrısıyla, Ankara'da Polis Akademisinde bir grup yazar ve akademisyen; "Kürt Çalıştayı" diye adlandırılan bir toplantıda bir araya gelmiş, sorunun çözümü konusundaki düşüncelerimizi dile getirmiştik.
"12 Kötü adam"
AK Parti iktidarı; daha öncekilerden farklı olarak, sorunu güvenlikçi yöntemlerin ötesinde, diyalog kapısını açık tutarak çözmenin yollarını arıyordu. Değişik düşünceleri olan insanlar, bir beyin fırtınasıyla, bu talebe katkıda bulunmaya çalışıyorduk. Bahçeli o zaman da bize kızmış; basketbol milli takımı oyuncuları için kullanılan "12 dev adam" sloganından yol çıkarak, "12 kötü adam" sıfatını uygun görmüştü…
"25 yıldan bu yana Suriye, Kandil, PKK odaklarını ziyaret edip onlarla görüşerek, tek yanlı Türkiye’de PKK’ya yandaşlık yapanlar, hiçbir dönemde Türk milletinin milli ve manevi değerlerine sahip çıkmayanlar, şimdi İçişleri Bakanı’nın Kürt açılımı projesinde devletin güvenliğini tehdit edecek grubun içerisine gelerek Türkiye’de demokratik açılım bahanesiyle bölünmeye gayret gösteriyorlar. Ey gafiller, 25 yıldan bu yana ne yaptığınızı bu millet bilmiyor mu? Ne yazdığınızı gazetelerdeki köşelerde okumuyor mu? Televizyonlarda Türkiye’nin 12 tane dev adamı vardı. Herkes o marşı söylüyordu. Şimdi 12 kötü adamı dinleye dinleye bu millet usanmıştır." (2 Ağustos 2009)
"63 Akılsız"
Çözüm süreci başladığında, ve 'Akil İnsanlar' heyeti oluştuğunda ise, "63 akılsız adam" sözleriyle, suçlamalarını sürdürmüştü. Değerlendirmesi şöyleydi:
"Söylenenlere bakarsak, 63 sözde akil, 12 bin kilometre yol kat etmiş, 60 bin vatandaşımızla görüşmüş, İmralı ve Kandil icazetli raporlarını tanzim etmişlerdir. Hükümet ne zaman paratoner arasa, ne zaman söylemek isteyip de yutkunduğu konular olsa, 63 sözde akil hemen tedavüle sürülmektedir. Bir kısım eksikle ve gedikle toplanan bu 63’ler yeni işverenlerine kulak vermiştir. Bunlar arasında gazeteciler, sinema artistleri, oyuncular, şarkıcılar, STK temsilcileri canla başka yer almıştır."
Ucube
Son benzetmesi ise, "ucube akil" oldu. 7 Haziran seçimlerinin ardından, siyasetin ağırlık kazanmasına yönelik öngörüler ağır basarken; Türkiye, beklenmedik bir ivmeyle, yeniden çatışma ortamına sürüklendi.
Suruç katliamının ardından, PKK saldırıları yaygınlaştı. Devlet de, buna karşılık olarak, Kandil ve çevresini bombalamaya başladı; yaygın bir tutuklama kampanyasına girişildi.
Bir şiddet sarmalının içine yuvarlandık. PKK'nın yeniden silaha sarılması, şiddeti yaygınlaştırması; hiçbir gerekçe ile kabul edilemez. Bir an önce buna son vermesi gerekiyor.
Tabii şu da aynı oranda net bir gerçeklik: Sorun, “güvenlikçi yöntemler”le de çözülmüyor. Çatışma ortamının bir an önce sona ermesi gerek.
İki yol var: Sonuna kadar savaş, ya da savaşsız çözüm. “Sonuna kadar savaş” yöntemi denendi, 50 bin insanımızın ölümüyle sonuçlandı. Netice de alınamadı… Çözüm süreciyle ölümlerin olmadığı bir dönemden geçtik.
Tabii, 30 yıllık bir çatışmanın, kolayca barışa yönelmeyeceğini, inişler çıkışlar olacağını; bu yönde gayret gösteren insanlar da dahil olmak üzere, hemen hepimiz görebiliyorduk, görebiliyoruz.
Kötü bir dönemden geçiyoruz. Çözümü silahlarda arayanlar, öne çıktılar. Bahçeli şöyle diyor:
" Şu pişkinliğe bakın; derhal silahlar susmalıymış, mutlak çatışmasızlık olmalı, taraflar arasında diyalog kurulmalıymış."
Bahçeli, "ucube" edebiyatı yapacağına, neden savaşın devamından yana olduğunu açıklamasını bekliyoruz. Varsa başka bir bildiği söylesin.