HDP, post-modern bir kapatma sürecinden geçiyor; partinin hukuki varlığına son verilmiyor ama fiili olarak çalışmasını önlemek için her yola başvuruluyor. Milletvekilleri cezaevine gönderiliyor, teşkilâtlarına nefes aldırılmıyor, belediyelerine kayyım atanıyor. Yerel seçimlerin yapıldığı 31 Mart'tan bugüne HDP'nin üçü büyükşehir, biri il, 19'u ilçe ve biri de belde olmak üzere 24 belediyesine kayyım atandı,14 belediye başkanı da tutuklandı.
Seçimlerden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, kayyımla yönetilen belediyelerin HDP'ye geçmesi halinde çok beklemeden buralara tekrar kayyım atanacağını ifade etmişti. Dolayısıyla halkın oyuyla işbaşına gelen başkanları görevlerinden uzaklaştırıp onların yerine vali ve kaymakamların kayyım olarak görevlendirilmeleri, bu yönüyle şaşırtıcı değil.
Ancak maruz kalınan siyasi ve hukuki baskı, HDP tabanın bir kesiminde ciddi bir tepkiye neden oldu. Kayyım atamalarına karşın partinin etkin bir tavır sergileyemediğini belirten bu kesim, iktidarın bu siyasetine sert bir karşılık verilmesi ve HDP'nin hem belediyelerden hem de Meclis'ten çekilerek sine-i millete dönmesi çağrısında bulundu.
İktidarın ekmeğine yağ sürmek
Parti yönetimi geçen hafta, tabanın bir kısmından yükselen bu sesi tartışmak üzere geniş katılımlı bir toplantı yaptı. HDP'nin bütün bileşenlerinin, eski ve yeni milletvekillerinin, eski ve yeni belediye başkanlarının ve teşkilat yöneticilerinin bir araya geldiği toplantıda "siyasi mücadeleye devam kararı" çıktı. Toplantıdan sonra yayınlanan deklarasyonda, HDP'nin siyasi kazanımlarının kolay elde edilmediği ve demokratik sahadan çekilmenin iktidarın ekmeğine yağ sürülmesi anlamına geldiği belirtildi. HDP'ye göre "bu cendereden çıkmanın yolu, demokrasi mücadelesini yükseltmekten, kazanılmış mevzileri sonuna kadar korumaktan geçiyor" idi.
HDP tabanının bir bölümüne egemen olan hissiyatı anlamak mümkün. Ancak, birkaç nedenden ötürü, parti yönetiminin aldığı kararın doğru olduğunu düşünüyorum.
Nedenlerden ilki, HDP'nin belediyelerden ve Meclis'ten çekilmesi durumunda, bunların yerine koyacak daha etkili bir araç ya da mekanizmaya sahip olmamasıdır. Ne kadar daraltılırsa daraltılsın belediyelerde ve Meclis'te varolmak, iktidarın gayri-hukuki uygulamalarını fâş etmek ve bunlara karşı kamuoyu oluşturmak için HDP'ye olanak sunar. Eğer HDP demokratik mücadele alanını terk etseydi, sınırlı da olsa elinde tuttuğu bu olanağı da kaybederdi.
Dahası, HDP'nin böyle bir kararı, iktidara bunu "HDP'nin siyaset yapmaya niyeti olmadığının bir nişanesi" olarak sunma fırsatı verirdi. İktidar da kendisine altın tepside sunulan bu fırsatı tepe tepe kullanmaktan imtina etmezdi. Sahip olduğu bütün propaganda araçlarıyla bu düşünceyi pompalar ve HDP'yi sürekli bir savunma pozisyonuna mecbur bırakırdı.
Bumerang etkisi
İkincisi, HDP vekilleri Meclis'ten çekildiklerinde ve istifaları Genel Kurul'da kabul edildiğinde bir ara seçim zorunlu olurdu. Lâkin bu yolla gidilecek bir ara seçimin, beraberinde bir genel seçimi getirmesi ya da izlenmekte olan genel siyasette bir değişim yaratması ihtimali düşüktü. Salt kendi vekillerinin yeniden seçilmesini sağlamak için yapılacak bir seçimin ise HDP'ye siyaseten büyük bir katkısı olmazdı.
Belediyelerden çekilmek de iki önemli sorun içeriyordu: Biri, iktidarın kayyım atamalarını "terör" ile gerekçelendirmesidir. Mevcut mevzuat, belediye başkanları terörle iltisaklı soruşturmalar nedeniyle görevden uzaklaştırıldıklarında, İçişleri Bakanlığına doğrudan atama yetkisi veriyor. Bu itibarla kayyım atanan 24 belediye için seçim yapılması söz konusu değil. Diğeri ise, Kars gibi bazı yerlerde HDP'nin seçimleri az bir oy farkıyla kazanmış olmasıdır. Seçimlere gidilmesi halinde HDP'nin bazı belediyeleri kaybetmesi tehlikesi var/dı. Yani çekilme, bir bumerang gibi, dönüp HDP'yi de vurabilir/di.
Üçüncüsü, sine-i millete dönmek gibi radikal kararları halka benimsetmenin zorluğudur. Siyasi tansiyon yükseldiğinde akla hemen bu öneri gelir. Ama gerek netice üretmeleri ve gerek halk nezdinden kabul edilmeleri bakımından değerlendirildiğinde, böylesine keskin hamleler büyük oranda risk içerir.
Sivil alanı korumak
Kaldı ki, HDP tabanında da bu talebin çok derin olduğu söylenemez. Araştırmalar HDP tabanının yüzde 10 kadarının siyasete ilgilerinin düştüğünü gösteriyor. Bu da normal, zira halihazırdaki atmosfer bazı seçmenleri hayal kırıklığına uğratabilir; onların siyasete mesafe koymalarına ve demokrasiye olan inançlarının törpülenmesine yol açabilir. Lâkin zannımca bu yapısal değil arızi bir durumdur. Eğer yarın seçim gündeme gelir ve sandık ortaya konulursa, bugün siyasete güvensizlik izhar eden HDP seçmeninin çok ağırlıklı bir kısmı, son derece bileylenmiş olarak tekrar sandığa gider.
HDP'nin meşru zeminde kalmaya ilişkin doğru kararı, mühim bir fırsata da tekabül ediyor. Çünkü her geçen gün daha komplike bir hal alan Kürt meselesini siyasetin dışında çözebilme şansı yok. Siyasi mücadeleyi sürdürme azmi, bu çerçevede çok değerli. Türkiye'nin normalleşmesi HDP'nin siyasi sahadaki varlığının normalleşmesiyle doğrudan bağlantılı.
Lâkin yük ağır; hepsinin altından HDP'nin kalkması zor. Bilhassa muhalefet partileri ve sahneye çıkmaya hazırlanan yeni siyasi hareketler, HDP ile bu kararı tahkim edecek biçimde ilişki kurmalı. Mevcut tabloda onlara düşen en önemli sorumluluk, sivil alanı korumak için HDP'nin siyasi aktörlüğünü savunmalarıdır.
(*) Kürdistan 24, 27.11.2019
https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/bca1613a-b47e-4fe7-8303-54c0cd4633be