Türkiye’de Kürt ve PKK tarihi için Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi ne anlam ifade ediyorsa, İrlanda ve IRA tarihi için de Maze Hapishanesi aynı anlamı ifade ediyor. Belfast’ın birkaç kilometre dışında Eski Kraliyet Hava Üssü Long Kesh’te kurulan ve “Majestelerinin Maze Hapishanesi” olarak bilinen hapishanede IRA mensupları uzun yıllar boyunca insanlık dışı muamelelere tabi tutuldu. Kaba dayak, işkence, tahkir etme, işkence, çıplak arama, yere konulan bir yananı üzerine çömelme, bir masanın üzerine yatırılarak plastik eldiven giyen mahkûmlarca aranma, vb. Maze’deki rutin uygulamalardandı.
“Battaniye adamlar” ve “açlık grevleri”
Fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kalan IRA mensupları hapishane yönetimine direnirler. İki direniş çok ses getirir: Battaniye eylemi ve açlık grevleri. Battaniye eylemleri 1976’da İngiltere’nin Kuzey İrlanda’dan Sorumlu Bakanlığı’nın H Bloklarını inşa etmesi ve IRA mahkûmlarının siyasi statüsünü kaldırmasıyla başlar. Mahkûmların pek çok hakkı ellerinden alınır ve onlara tektip kıyafet dayatılır. IRA, bunu siyasi mücadelelerinin kriminalize edilmesi olarak niteler ve tektip kıyafetleri reddeder. Mahkûmlar çırılçıplak kalır ve battaniyelere sarılırlar. Tarihe “battaniye adamlar” olarak geçen bu direniş tam beş yıl sürer.
Mahkûmların koşullarının düzeltilmesi için başta Katolik Kilisesi olmak üzere birçok çevre devreye gire ve İngiltere ile görüşürler. Ancak herhangi bir ilerleme sağlanmaz. BU noktada gündem açlık grevleri gelir. IRA yönetimi, açlık grevine karşı çıkar. Ancak hapishanedeki IRA mensuplar, başka bir çarelerinin kalmadığını, İngiltere’nin dayatmalarına boyun eğmeleri halinde Cumhuriyetçi hareketin yenilgiye uğrayacağını belirterek açlık grevine başlarlar.
Eylemin sembol ismi Bobby Sands’tir. Eylem uzadıkça Sands’in durumu kritik bir hal alır. Muhtemel bir ölümü önlemek için çeşitli girişimlerde bulunulur. Bunlardan biri de, ölen bir milletvekilinin yerine Sands’in aday gösterilerek seçilmesidir. Sands hapishanede milletvekili seçilmiştir, ancak bu onun durumunda bir değişiklik yaratmaz. Dokuz yıldır cezaevinde olan Sands, açlık grevinin 65. gününde hayatını kaybeder.
Eski mahkûmlar, yeni milletvekilleri
DPI’nin düzenlediği çalışma ziyaretinde Maze’nin IRA’nın hafızasındaki yeri ve önemini iki eski IRA mahkûm ile konuştuk Belfast’ta. İkisi de şu anda Sinn Féin milletvekili olarak Kuzey İrlanda Parlamentosunda görev yapıyor. Pat Sheehan, 1978’de bir bombalama eylemi nedeniyle yargılanıp 15 yıl ceza almış. Battaniye adamlardan biri olmuş ve 5 gün açlık grevinde kalmış. İki kez tutuklanmış, toplamda 16 yıl cezaevinde kalmış, çok büyük işkencelere tabi tutulmuş. Rosie McCorley ise 1991’de bir askeri öldürmeye teşebbüs etmek ve bombalama suçlarından 66 yıl hüküm giymiş. Hapishanedeyken sosyal bilimler alanındaki öğrenimine devam etmiş ve “onur öğrencisi” olarak mezun olmuş.
Her ikisi de Hayırlı Cuma Anlaşması’nın imzalanmasından sonra serbest bırakılmış. McCorley de, 8 yıl hapishanede kaldıktan sonra, Hayırlı Cuma Anlaşması’nın ardından salıverilen ilk kadın olmuş ve Sinn Féin’de siyaset başlamış.
Kurumsallaşmış mezhepçilik
Vekillere göre, Kuzey İrlanda’da silahlı bir mücadelenin başlamasının temelinde Katoliklerin kurumsallaşmış bir mezhepçilikle ayrımcılığa uğramaları yatıyordu. Katoliklerin sivil hakları tanınmıyor, insan hakları reddediliyordu. Ayrımcılığa muhatap olmak suyu kaynatmıştı. 1960’ların başındaki sivil hareketlerden sonuç alınamayınca kazan patlamıştı. Artık düzeni mevcut adaletsiz düzeni değiştirmek için barışçıl bir yol kalmadığı düşüncesi güç kazanmış ve silahlar patlamaya başlamıştı.
Fakat zaman içinde silahlı mücadele ile sorunun çözülmeyeceği ortaya çıktı. İngilizlerin silahla IRA’yı bitirmesi mümkün olmadığı gibi, IRA’nın silahla İngilizleri yenebilme ihtimali yoktu. Çatışmayı sürdürmenin her iki taraf da zarar verdiği apaçık ortadaydı. IRA, silahlı mücadelen siyasi mücadeleye geçişte üç önemli adım attı:
Birincisi, çatışmayı uluslararası hale getirmeye çalışmaktı. Çünkü İngiltere, sorunu kendi iç sorunu olarak görüyor, yaşananlara da kriminal bir vaka olarak bakıyordu. Dolayısıyla IRA’dan teslim olmasını bekliyordu. IRA’ya göre ise ortada basit polisiye suçlar ve suçlular değil, bir ulusal kimlik sorunu ve bunun için mücadele veren savaşçılar vardı. Ayrıca İngiltere savaş alanında IRA’ya galip de gelmemişti. Dolayısıyla teslimiyet söz konusu olamazdı. Yapılması gereken, tüm kimlik değerlerini kayıt altına alacak ve eşitliği tesis edecek bir anlaşmanın yapılmasıydı. Bunun için de dünyanın dikkatini soruna çekmek uluslararası camianın desteğini almak hayati önem taşıyordu.
İrade ve bomba
İkincisi, IRA’nın kendisiyle aynı hedefi paylaşan ama silahlı mücadeleyi desteklemeyen gruplarla işbirliğine gitmesiydi. Kuzey İrlanda’nın İngiltere’den ayrılması, adada birleşik ve bağımsız tek bir devletin kurulması, sadece IRA’nın değil Kuzey ve Güney’de birçok siyasi grubun temel amacını oluşturuyor. Ancak bu gruplar IRAnın şiddete başvurmasını, ortak amaçlarının hilafına hizmet ettiklerini düşünüyordu. İrlanda’da görüştüğümüz bir siyasetçi bunu çok veciz ifade etti: “Biz de Birleşik Cumhuriyet istiyorduk ama silahla değil. İnsanların iradelerini bombalarla değiştiremezsiniz.”
Bu gruplarla geliştirilen işbirliği ve diyalog, hem IRA’nın siyasi mücadeleye geçişini kolaylaştırdı, hem de müzakerelerde istenilenin elde edilmesinde önemli mesafenin alınmasını sağladı.
Üçüncüsü, örgüt içinde birlikteliğin sağlanmasıydı. Başlangıçta IRA, sorunun siyasi bir karakter taşıdığını ama askeri bir boyutunun da olduğunu düşünüyordu. Zamanla silahlı mücadelenin bittiği ve mücadelenin bütünüyle siyasi alana taşınması gerektiği anlayış gelişti. IRA bu anlayışı örgütün tümüne yaymak için örgütün her kademesini bilgilendirdi. Taban ile liderlik arasında güçlü bir güven köprüsü kuruldu, böylelikle IRA liderliğinin aldığı her kararının uygulanabilmesi mümkün oldu. Elbette IRA saflarındaki insanlar alınan her karardan mutlu olmadılar ama liderliğe güvendikleri için genel stratejiyi benimsediler ve sert bir muhalefet yapmadılar.
“Tekinsiz barış”
Hayırlı Cuma Anlaşması imzalandığı sırada hapishanelerde olan 400 IRA mensubu birkaç yıl içinde tatmin edici şekilde serbest bırakılmış. Hapishanelerden çıkanların bir kısmı Sinn Féin çatısı altında siyaset atılmış, bir kısmı da sivil toplum alanına yönelmiş. Hemen herkes sivil toplumun çok önemli bir işlev gördüğü konusunda hemfikir. Çünkü bir barış anlaşması imzalanmış imzalanmasına da, hala çözüm bekleyen çok sayıda sorun var. Mesela eski siyasi tutuklulara yönelik bir ayrımcılık devam ediyor. Bunlar iş bulmada güçlük çekiyor, evlat edinemiyorlar. Topluluklar arasında biraz kaşınması durumunda patlamaya hazır derin yaralar bulunuyor. Halen –artık bir güvenlik meselesi olarak görülseler de- silahtan ve savaştan medet uman gruplar söz konusu. Cumhuriyetçiler “Ortaklık Hükümeti” veya “İktidar Paylaşımı” adı verilen hükümet modelini desteklerken, Birlikçiler buna “Zoraki Koalisyon” diyor ve değişmesini talep ediyor. Hesaplaşılmayan konular, halının altına süpürülen sorunlar gün yüzüne çıkıyor.
İrlandalı bir siyasetçi, tüm bu sorunlara işaret ederek, Hayırlı Cuma Anlaşmasını “tekinsiz bir barış” olarak niteledi. Gerçi bu problemlere gerekçe gösterilerek tekrardan şiddete dönülmesi ihtimali yok denecek kadar az ama bu tekinsiz barışın tahkim edilmesi bir zorunluluk. Siyasetçilere ve sivil topluma bu konuda çok büyük bir iş düşüyor. İrlanda’daki çözüm sürecinde arabulucu olan Amerikalı Senatör George Mitchell’ın dediği gibi “Bir anlaşmaya vardığınızda, işinizin bittiğini değil, daha yeni başladığını görürsünüz. Anlaşmayı uygulamak, onu yapmaktan çok daha zordur.”