Cumhuriyet kurulduğunda kuvvetler birliğini, sonrasında kuvvetler ayrılığını denedik. Siyasi tarihimiz hukuk devleti ilkelerine ulaşma uğraşı ile geçti. Hedefe bazen uzak kaldık ama hiçbir zaman kuvvetlerin ‘çözülmesine’ yönelen bir değişim yaşamadık. Cumhurbaşkanlığına geçiş sürecinde bu da olmak üzere… Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın müracaatlarına ilişkin Anayasa Mahkemesi (AYM) kararının alt mahkemelerce uygulanmaması, yargının çözülmesinde mahsur bulunmadığına işaret ediyor. Çünkü şu anki durum Anayasa’nın 153’üncü maddesinin yaptırım ima etmediğini ve hukuk sistematiği içinde işlevsiz olduğunu söylüyor.
Söz konusu maddenin son fıkrasına göre “Anayasa Mahkemesi kararları… yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” Öte yandan AYM’ye bireysel başvuru hakkı, yargılama süreci içerisindeki hak ihlallerinin ele alınmasını sağlayabiliyor. AYM böyle bir ihlalin olup olmadığını yaptığı inceleme sonucu karara bağlıyor ve Anayasa’ya göre o karar herkesi, yani alt mahkemeleri de bağlıyor.
***
Son olayda iktidarın AYM kararının ardından gelen aksi yöndeki beyanlarının eşliğinde, alt mahkemeler bu kararı tanımadılar. İktidarın yaklaşımını destekleyen hukukçulara göre uygulamada sorun yoktu. Birinci derece mahkemelerin kendi tutumunda ısrar etmesi Anayasa ihlali değildi çünkü bu mahkemeler AYM’nin ‘görüşünü’ değerlendirmiş ama ikna olmamışlardı… Diğer deyişle AYM alt mahkemelere doğrudan talimat veremeyeceğine göre, insan hakları ihlali tespiti yapsa da, alt mahkeme buna ister uyar, ister uymazdı…
Bu doğrulama çabası iki ‘işlem’ üzerine oturuyor. Sanki AYM birinci derece mahkemenin kararını değiştiriyor ve kendisi de sanki sadece görüş bildiriyor gibi sunuluyor. Oysa nihai yargı kararı hâlâ alt mahkemeye ait… AYM buna karışmıyor, sadece tutuklu yargılanma için gerekçenin yetersiz olduğunu söylüyor. Ayrıca ‘görüş’ beyan etmeyip bu konuda ‘karar’ veriyor. Yani alt mahkemeye ‘bak bakalım hak ihlali var mı’ demiyor, ‘hak ihlali var’ diyor. Bu, yargılamanın içeriğine değil, yargılama sürecinin uygulanma biçimine ilişkin bir karar ve de Anayasa AYM kararlarının herkes için bağlayıcı olduğunu söylüyor… Eğer buna rağmen alt mahkemeler AYM kararını tatbik edip etmemekte serbest ise bireysel başvuru hakkına sahip olmanın anlamı ne? Kendimizi mi kandırıyoruz?
İşin hoş kısmı Adalet Bakanlığı bu konuda yaptığı açıklamada “… Soruşturmanın 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ kapsamında yürütüldüğü, söz konusu örgütün emniyet ve yargı içindeki unsurlarıyla 17 ve 25 Aralık 2013’te gerçekleştirdiği darbe girişimleri kamuoyunca bilinmesine rağmen, başvurucunun FETÖ lehine kamuoyu oluşturmak için örgütün medya yapılanması içinde gönüllü olarak çalıştığı, ayrıca soruşturmaya konu olan yazı ve yayınların içeriğinden 15 Temmuz darbe girişiminden önceden haberdar olduğunun anlaşıldığı ve örgütün amacına iştirak ederek darbe girişimine halk nezdinde meşru gösterecek yayınlar yaptığı bu yöndeki delillerin kuvvetli suç şüphesini oluşturduğunu” söylüyor.
Yani hem AYM’ye hak görülmeyen esasa girme işini bizzat kendisi yapıyor hem de bunu siyasi mülahazaya oturtuyor.
***
Bunun uygulamadaki anlamı, bundan böyle AYM’nin yerini Adalet Bakanlığı’nın alacağı, alt mahkemelerin referansının yürütme erkini elinde tutan siyasi iktidar olacağıdır. Artık her mahkeme özgür ve özerktir… Bir savcı ve bir hakim bulduğunuzda istediğinizi istediğiniz gibi yargılar ve denetimi reddedebilirsiniz.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var: AYM kararının uygulanmaması görevin kötüye kullanılması, bir adım ötesinde ‘devletin bütünlüğünü bozma’ suçunun işlenmesi demek… Yani mahkeme heyetlerinin görevden alınması, soruşturma açılması gerek. İyi de, Adalet Bakanlığı’nın söz konusu açıklaması varken HSK bunu yapar mı? Yoksa kurumların işlevini yapamadığı, sistemin çivisinin çıktığı bir yargı ‘hukuk devleti yolunda’ yerli bir aşamayı mı temsil ediyor?