Cumhuriyet’in 85. Kuruluş yıldönümü kutlamalarında bugün Türkiye’nin her yerinde yine Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü için yazılmış marş çalınıp söylenecek.
Bundan 95 yıl önce marşın ilk kez çalındığı güne geri dönelim.
Onuncu yıl kutlamalarına kısa bir süre kala Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel’in güftesi, bestelenmek üzere 29 yaşındaki genç besteci Cemal Reşit Bey’e (Rey) verilmişti.
Gece gündüz çalışan Cemal Reşit Bey, bir türlü istediği melodiyi yakalamamaktaydı. Ama bir gece sabaha karşı besteyi bitirmişti:
“Gün ağırmış, dokuzuncu şekil henüz sona ermişti ki salonun kapısı açıldı. Kardeşim (Ekrem Reşit Rey) eşikte “Bunu gönderebilirsin” dedi. Bunu söyleyeceğini biliyordum, emindim. Hüngür hüngür ağlayarak. boynuna sarıldım…”
Notalarını alıp, ilk trene atlayarak Ankara’ya gitti.
Halkevi’nde beste siparişini aldığı CHP Genel Sekreteri Recep Peker onu beklemekteydi.
Halkevi salonunda kuyruklu piyanonun başına oturdu.
Salonda 80 kişi vardı.
Recep Peker, kendisine yakın oturan bir zatı gösterip “Saffet Bey (Arıkan) de burada, o müzikten anlar, karışmam ha” diyerek dostane bir şekilde uyarmıştı.
Saffet Bey, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi’nde görev almış bir asker ve Peker’den önceki CHP Genel Sekreteri’ydi. Daha sonraki yıllarda yapacağı Milli Eğitim Bakanlığı sırasında Köy Enstitüleri’ne öncülük edecek bu üst düzey, parti kurmayının müzik bilgisi aslında amatör düzeydeydi.
Cemal Reşit eseri heyecanla çalmaya başladı. Marş bittiğinde salondan çıt çıkmıyordu. Tedirgin oldu.
Ve o sessizlikte sözü Saffet bey aldı. Devamını Cemal Reşit’ten dinleyelim:
“Saffet Bey’in ‘Cemal Reşit Bey, marşın nakaratında yer alan, “Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi” ibaresinde minöre geçmişsiniz. Davetlilere dönerek “Yani Cumhuriyet’i küçümsüyor musunuz?” dediği anda son saniyemin geldiğine inandım. Can havliyle “efendim orada minöre geçmiş değilim, sadece bir minör işleme var. Ayrıca minör her ne kadar küçük demek ise de hiçbir zaman küçümsemek anlamına gelmez”…
Cemal Reşit, panikle Beethoven’in minör kullandığı marşlarından örnekler vererek jürinin bu beklenmedik eleştirisine cevap vermeye çalışmıştı.
Neyse ki salondaki en kudretli isim olan Recep Bey’i (Peker)ikna etmeyi başarmıştı.
O, nakarattaki Cumhuriyet kelimesinin dikkatini çektiğini, marşın en güzel noktasının burası olduğunu vurgulayınca Saffet Bey de hemen fikrini değiştirmişti.
Ardından Recep Bey’in başlattığı alkışlara bütün salon katıldı.
İşini iyi yapmaya çalışırken en az bir kere ehliyetsiz ve liyakatsiz yöneticiler ve karar vericilerle sınanmış her Türkiye cumhuriyeti vatandaşı için epey tanıdık bir hatıra bu.
Ama bu hatıra Türkiye’de devlet-vatandaş ilişkileri hakkında daha önemli bir şey daha söylüyor bize.
Türkiye’de cumhuriyetin cumhura karşı tedirginlik ve korkularından bugün 95. Yıldönümünde bile her yerde okunacak en coşkulu marşını yazmış besteci dahi nasibini almıştı.
“Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi” sözlerine yazdığı coşkulu marşı ilk kez çalmasından bir kaç dakika sonra onun bile sadakati sorgulanmıştı.
Cumhuriyet’in cumhuru, bu topraklarda yaşayan ve biraraya gelerek cumhuriyeti kuran insanlar değil, devletin hayalindeki bir projeydi.
Devlet, elinde bulduğu halkı hayalindeki cumhura benzetmeye çalıştı. Benzetemeyince de hayal kırıklığı ile karışık bir öfkeyle askerini, polisini, savcısını, ceza yasalarını, iskan politikalarını, okullarını, antlarını devreye soktu.
Bugün Türkiye siyasetini kesen fay hatları hala devletin kendisinin seçmediği halkı, hayalindeki cumhura benzetmek için yaptığı pek de mühendislik denemeyecek kaba saba faaliyetlerin yarattığı travmaların eseri.
Fakat bu kurucu hatadan sadece cumhuriyetin kurucu iradesi nasibini almamıştı.
Ona tepki olarak, onun cumhur kabul etmedikleri de ülkenin esas vatandaşlarının, otantik halkının esas kendileri olduğunu, bu ülkenin yerli ve milli değerlerini kendilerinin temsil ettiğini iddia ettiler.
Bugün Türkiye’de bütün gruplar kendilerini bu ülkenin orijinal halkı ve gerçek vatandaşları olarak görmeye devam ediyor.
Geri kalanlar ise çeşitli bakış açılarına göre “dejenere olmuş”, “aslını unutmuş”, “bu ülkeye yabancı”, “kandırılmış”, “uyutulmuş”, “cahil bırakılmış” kitleler ve kesimler.
Diğerleri için, rahatlıkla içinde bolca “onlar” geçen cümle kurulabilir, ‘onlar’dan neredeyse bir düşman kuvvetten bahsediyor gibi bahsedilebilir, yine “onlar”dan kurtulmamıza, güçlerini kaybetmelerine, sayılarının azalmasına, susturulmalarına yarayan her kötülük de hayırla karşılanabilir.
O yüzden bugün cumhuriyeti kutlarken herkesin kafasında 80 milyonluk bir cumhur yok.
95 yıl sonra hala milyonlarca insanın itirazını nezaketen olsa bile dikkate almayıp, çocuklarına her sabah içeriğinden ya da tarzından hoşlanmadıkları bir andı okutmaya çalışanların hayalinde, ancak bu andı okumayı içine sindirenlerin cumhuru olduğu butik bir cumhuriyet var.
Bu ülkenin orijinal halkının dindarlar olduğunu düşünen muhafazakarlar için de ülkenin seküler insanları buraya ait olmayan yabancılar, neredeyse bir işgal kuvveti, dış güçlerin içerdeki uzantıları, her an ihanet edebilecek ruhen ve aklen yerli olmayan kesimler.
Halbuki kimse bu ülkenin orijinal ya da otantik halkı değil.
Bu topraklarda yaşayan herkes buranın orijinal, otantik ve yerli halkı ve vatandaşları.
Zaten cumhuriyetçiliğin en büyük vaadi de herkesi kökeni, dünya görüşü, dini, yaşam tarzı, ülkeye ne zaman geldiğine bakmadan eşitlemek ve yaşadıkları ülkenin eşit söz hakkına sahip cumhuru ve vatandaşı yapmaktır.
O yüzden Cumhuriyetin 95. Yılında herkesin kafasındaki hayali cumhurlardan oluşan butik cumhuriyet düşlerinden vazgeçip, bu ülkeyi istese de istemese birlikte yaşadığı ve yaşayacağı insanlarla paylaşmayı öğrenmesi gerek.
Tam da bunu yaptığımızda gerçekten bir cumhur ve bir cumhuriyet olabileceğiz…
Yüzüncü yıldönümüne de zaten pek bir şey kalmadı.