Ana SayfaYazarlar“Sol”un hoşgörü sınırları ve benim hikâyem

“Sol”un hoşgörü sınırları ve benim hikâyem

Bu sabah Serbestiyet. com ’da Ceren Kenar’ın yazısını okudum. Güvenilir bir kuruluşun ABD’de yaptığı araştırmada, liberallerin siyasi farklılık yüzünden hem sosyal medyada, hem de gerçek hayatta arkadaşlıklarını sona erdirme oranının muhafazakârlardan daha yüksek çıktığı bilgisine yer veriyordu. Ceren ayrıca, ülkemizde de benzer ampirik ipuçlarının varlığına işaret ediyordu. (Gayrı-liberal liberaller 04.01.2016)

 

Bir süredir, kendi tecrübem içinden düşündüğüm bir konu bu. Yaşadıklarımız, bu ülkede, siyasal/kültürel aidiyet duygularının, bireyin toplumsal denetimine imkân veren bir mekanizma gibi işleyebildiğini gösteriyor bize. Şerif Mardin’in büyük bir yaratıcılıkla “mahalle” olarak kodladığı bir kuşatma söz konusu.  Aidiyet dünyasına eleştirel yaklaşanı, farklılaşanı; önce uyararak, sonra azarlayarak, ardından dışlayıp yok sayarak yürütülen bir “cezalandırma” işleminden bahsedebiliriz. Böylelikle geride kalanlar için bir ibret örneği yaratılırken, grup da kendini korunmuş, arınmış ve ahlaklı hissedebiliyor. Kuşkusuz bunlar hiç de düşünülerek yapılan; “bilinçli bir plan” a oturan davranışlar değil. Kendiliğinden işleyip giden bir hissiyattan söz ediyoruz.

 

Muhafazakâr dünyayı tanımadığımı itiraf etmem gerekir. Böyle bir network içinde değilim. Fakat içinden geldiğim seküler/sol dünya üzerinde küçümsenmeyecek gözlemler, kişisel hikâyeler biriktirdim.

 

Ben; gündelik yaşantı alışkanlıklarımda, espri anlayışımda, arkadaşlarımla dayanışma ilişkilerimde, tüketim modelimde, ahlaki ilkelerimde, tartışma üslubumda ve daha sayılabilecek bir dizi kişisel özelliğimde belirgin bir değişiklik olmadığı halde, sadece siyasal düşüncelerim farklılaştığı için çok sayıda arkadaşımı kaybettim. Misal; sırt dönenlerin bir kısmı beni iyi tanırlar; görünürlük peşinde koşmadığımı, TV’lere bile çıkmaktan kaçındığımı; olur da Meclis kapısı açılsa asla kabul etmeyeceğimi, kurduğum hayatın artık bu yaşta vaz geçmeyeceğim farklı öncelikleri olduğunu; dürbünle arasalar bugünkü düşüncelerimin ardında bir “çıkar” beklentisi bulamayacaklarını bilirler. Bunları biraz utanarak söylüyorum; kaldı ki, bütün bunları çok iyi ve dürüstçe yapanlar var ve benim uzak duruşum bir marifet de değil. Sonuçta, gidenlerin tek nedeni siyasal düşüncelerimdir; başka bir şey değil. 

 

İlk ciddi tepkiler kolayca tahmin edebileceğiniz gibi “Gezi” sırasında gelmeye başladı. Bu durum bile “demokratlık” açısından çok öğretici bence. Çünkü- takip edenler hatırlayacaktır- ben Gezi olayları karşısında Erdoğan’ın çizgisini ve söylemini eleştirmekten hiç geri durmadım. Fakat asla kendimi de “Gezici” olarak nitelemedim; dahası, olayların ilk birkaç günden sonraki seyrini meşru bulmadığımı da açık açık yazdım. “Demokrat” Geziciler gözünde hain sayılmak için bundan daha sağlam bir gerekçe olamazdı. Arkadaş kervanımdan ilk parti orada döküldü. Sonra 17-25 Aralık’ı darbe olarak nitelemem ve buna bağlı olarak iktidar karşıtı “sol/liberal” aydınlara yönelik yaptığım sert eleştiriler geldi. İkinci parti “bu kadar da olmaz” homurtusuyla uzaklaştı. Ardından, bildiğimiz HDP-Sol kucaklaşması ve sert anti-Erdoğan kampanyaya karşı takındığım “yandaş” tavır iyice tuz biber ekti. Mahallenin son sakinleri de orada kapattılar kapıyı…

 

Benimse, isminin önüne TC koyanından, neredeyse dağa çıkacak olanına kadar her türden arkadaşıma yer var hayatımda. Kimseye siyasal görüşleri yüzünden kapıyı göstermedim, ismini telefonumdan silmedim.

 

Şimdi, bir yandan çocukluğumdan bu yana biriktire biriktire geldiğim köklü yakın arkadaşlarımla- ki onların da bir kısmıyla siyasette anlaşamayız ve bu önemsizdir-, diğer yandan bugün savunduğum görüşlerime yakın oldukları için tanışıp çok sevdiğim yeni insanlarla yaşıyorum hayatı.

 

Gidenler arasında çok sevdiklerim vardı. Onlara kırgın değilim. Üzgünüm.

 

Bir kısmının ise –hani derler ya- ciğerlerini biliyorum; hiçbir şey ifade etmiyorlar benim için. 

- Advertisment -