Son devrim

Bu yazıyı 30 Nisan’da bitirip yayınlamak istemiştim. Olmadı; dün (Perşembe) havaalanına gitmek üzere evden çıkmadan yetiştiremedim. Şimdi ise gene okyanusun öbür tarafındayım ve saat farkı aleyhime işliyor. Dolayısıyla ister istemez 1 Mayıs öğleden sonraya sarktı. Oysa 1 Mayıs’la ilgisi yok. Daha doğrusu, hem var hem yok. Dar ve klasik 1 Mayıs sorunuyla değil ama, daha geniş bir bağlamda, bir çağın simgesi olarak 1 Mayıs’a bağlanabilir tabii.

Vietnam diye bir ülke ve bir savaş vardı; hatırlar mısınız? O da göçüp giden Yakınçağın son yirmi otuz yılının bir başka sembolüydü. Bir zamanlar kimsenin ağzından düşmezdi. Vietnam Komünist Partisi 1930’da kurulmuş; aynı yıl Komintern talimatıyla (ve özeleştiri yaparak) Hindiçini Komünist Partisi olmuş; böylece Laos ve Kamboçya’yı da meşru faaliyet alanına katmış; çok daha gerçekçi olan eski adına döneceği 1945’e kadar bu adla faaliyet göstermişti.

Öyle veya böyle; öncelikli amacı Fransız sömürgeciliğinden kurtulmaktı ve bu amaçla ilk “silâhlı propaganda birlikleri”ni kurması 1930’lara rastlar. Derken İkinci Dünya Savaşı patlak verdi ve parti bu sefer yüzünü (7 Aralık 1941 Pearl Harbor baskınından sonraki) Japon istilâsına döndü. Bunu nisbeten kolay yapabildi, çünkü 22 Haziran 1941’de Hitler Sovyetler Birliği’ne girince Molotov-Ribbentrop Paktı zaten çökmüş; Nazizmle Doğu Avrupa’yı paylaşma ve barış içinde bir arada yaşama hayali diye bir şey kalmamış; 1934’te doğup Ağustos 1939’da gömülen “faşizme karşı birleşik cephe” yeniden canlanmıştı. (Bu virajların vahametini ve Kominterne — yani aslında Sovyet dış politikasına — itaatin ne kadar bağlayıcı olduğunu vurgulamak için, Nisan 1941’de işgal edilen Yugoslavya’da Tito’nun partizan direnişini başlatmak için daha iki ay beklemesi gerektiğini ve ancak Haziran’da Sovyetler de saldırıya uğrayınca harekete geçebildiğini hatırlatalım.) 

Derken 1945’te Mihverin tamamı gibi Japonya da yenildi; Fransızlar geri geldi; bütün mevzilenmeler bir kere daha değişti ve 1946-54 arası, (Çin’deki 1946-49 iç savaşına az çok paralel biçimde) Birinci Vietnam veya Birinci Hindiçini Savaşına tanık oldu. 1954’te Viet Minh birliklerinin, ülkenin kuzeyindeki Dien Bien Fu kavşağına indirilmiş elit Fransız paraşütçülerini kuşatıp aylarca süren bir muharebeyle tamamen imha etmesinin ardından, Soğuk Savaşta başlı başına bir dönüm noktasını ifade eden Cenevre Konferansı toplandı. ABD’de Eisenhower başkan, John Foster Dulles dışişleri bakanı, kardeşi Allen Dulles CIA direktörüydü. Daha önce Almanya (ve Berlin) doğu-batı diye, Kore (1950-53) kuzey-güney diye bölünmüştü. Bu sefer de Vietnam gene kuzey-güney diye ikiye ayrıldı. Kuzeyde Vietnam Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. Fransa’nın yerini ABD’nin almaya başladığı güneyde söz verilen seçimler hiç yapılmadı ve şikeli bir referandumla İmparator Bao Dai’yi deviren Ngo Dinh Diem, Vietnam Cumhuriyeti’ni kurup iktidarı ele aldı. Bu da  savaşın 1955’te tekrar başlamasına neden oldu.

Dolayısıyla 1955-1975 arasındaki yirmi yıl, İkinci Vietnam veya İkinci Hindiçini Savaşı olarak anılır. Bizim kuşağın bütün gençliği bununla geçti. Tesadüf, tam da geçen hafta, 20. yüzyıl tarihi dersimde 1936-39 İspanya İç Savaşını anlatırken, “o da iki savaş arası yılların cause célèbre’iydi, büyük ve ünlü dâvâsıydı” demiştim. 1961’de 14 yaşımdaydım ve yeni liseye başlamıştım. 1975’te ise 28 yaşımdaydım ve İstanbul’da, Çemberlitaş’ta oturup devrimcilik dışında düzenli bir işim olmaksızın yaşıyordum. Aradaki yıllar hep Vietnam, Vietnam ve gene Vietnam’la dolu. Şimdi bütün olaylar, sözcükler, simalar bir sinema şeridi gibi tekrar geçiyor gözümün önünden. Ngo Dinh Diem’in baldızı, “korkunç yenge” diye bilinen Madam Nhu. Fransız eğitimli Katolikler olarak Budistlere uyguladıkları korkunç baskılar. Budist rahiplerin peş peşe kendilerini yakmaya başlaması. Amerika’nın 1963’te Diem’i devirmesini izleyen bir yığın askerî diktatörlük ve general. Nguyen Cao Ky. Nguyen Van Thieu. 1964 sonbaharındaki ABD başkanlık seçimleri. Johnson ve Goldwater. Tonkin Körfezi olayının ardından, Goldwater'ın yapacağım dediği her şeyi Johnson’un yürürlüğe koyması. Yale’de ve 18 yaşımdayım; Mart 1965’te bir sabah erkenden kahvaltıya inerken, New York Times’in Kuzey Viernam’ın bombalanmaya başladığını haber veren sekiz sütunluk manşetiyle karşılaşıp, bu kadar da haksızlık olur mu diye hırsımdan ağlayışım. Babama yazdığım uzun mektuplar ve onun beni teselli etmeye çalışması. 1966 ve 67 yazlarındaki geliş gidişlerimde Paris. Her yerde, duvarlarda, metrolarda US = SS yazılı. 1968 Tet saldırısı ve “televizyonda canlı savaş yayını” çağının açılması. Bir Viet Kong zanlısını alnına tabanca dayayıp vuran Saygon polis müdürünün fotoğrafı (iki yıl odamın duvarında durdu). Güneydeki ABD ordusunun 750,000’e ulaşması. General William Westmoreland. Helikopterler, napalm, Khe-sanh’daki kuşatma siperleri, kimyasal yaprak dökücüler, esir kampları, kaplan kafesleri, Mekong deltası, yağmur ormanından geçen “Ho Şi Minh patikası”. Rakamlar. Pentagon’a göre öldürülen gerilla, Hanoi’ye göre düşürülen uçak sayıları. ABD’de büyüyen savaş aleyhtarı hareket. Askere yazılmayı reddeden gençler. Mehmet Ali Aybar’ın da katıldığı Bertrand Russell Mahkemesi. Beyaz Saray’da Nixon. 1973 Paris Anlaşmaları. Bütün Amerikan kuvvetlerinin çekilip savaşı yürütmeyi Güney Vietnam’a bırakması.    

Evet, yaklaşık yarım yüzyıl önceydi hepsi. Ve her şey bir noktada bitiverdi. Güney Vietnam ordusu iki yıldan fazla dayanamadı. 30 Nisan 1975’te Kuzey Vietnam birlikleri Saygon’a girdi. Vietnam birleşti. Saygon’un adı Ho Şi Minh Kenti oldu.

Özetle, dün Vietnam savaşının sona erişinin kırkıncı yıldönümüydü. Sessiz sedasız gelip geçti; Türkiye’de kimse pek farkında olmadı. Oysa zamanında eşsiz bir galibiyetti; sanki “emperyalizmin toptan çöküşe gidişi, ezilen halkların her yerde kurtuluş, devrim ve sosyalizme ilerleyişi”ni yansıtıyordu. Arkası gelecekti; bu yüzden genç nesiller silâhlı mücadeleye hararetle inanıyor, Vietnam modeli ile Küba modelini birleştirmeye çalışan melez bir sloganla “Ho Ho Ho Şi Minh / İki, üç, daha fazla Vietnam / Ernesto’ya bin selâm” diye haykırıyordu.

Evet, arkası geldi gerçekten, ama hiç de bizim sandığımız, umduğumuz gibi olmadı. Meğer son devrimmiş; son meşru, kabul edilebilir silahlı mücadeleymiş. Üçüncü Dünya anti-emperyalizminin yükselişi, meğer sosyalizmin “bütün dünyada zafere ilerleyişi”ni müjdelemiyor, tersine, sadece içten çürüyüşünü maskelemeye yarıyormuş. Sovyetler Birliği beş yıl sonra Afganistan’da kendi “Vietnam batağı”na battı ve hızlanarak çöküşe sürüklendi. Çin’de artık hiç işlemeyen sosyalist ekonomi modeli Hu Yaobang ve Deng Şiaoping’le terk edildi. Hemen aynı sıralarda Vietnam’da benzer bir değişim oldu. 1986’daki Altıncı Parti Kongresi’nde, Nguyen Van Linh ve diğer reformcular öne çıktı; Le Duan’ın 1975’ten beri süren neo-Stalinist çizgisinden vazgeçildi ve “sosyalist yönelimli piyasa ekonomisi” benimsendi.

O günden beri Vietnam hızla kalkınmaya başladı ve bugün, dünyanın en hızlı büyüyen beş ekonomisi arasında yer alıyor. Öte yandan, Çin gibi Vietnam’ın da önünde demokrasi sorunu durmakta.

 

- Advertisment -