Ana SayfaYazarlarSonsuzluk ve AVM’ler

Sonsuzluk ve AVM’ler

 

Biz pek bir şey bildiğini iddia etmeksizin matematiği ve felsefeyi seven sıradan faniler için sonsuzluk anlaşılamaz ama anlaşılamadığı kadar da eğlenceli bir kavramdır. Aklınızdan çeşitli fikirler geçer ve hemen sonrasında düşündüğünüz her şeyin bir adım daha atınca geçersiz olduğunu görürsünüz.

 

Sonsuz ile sonsuzun toplamı sonsuzdur. Sonsuzdan istediğiniz sayıyı çıkarın, yine sonsuz kalır elinizde. Sonsuz düşünemeyeceğimiz kadar büyük bir sayı olabileceği gibi tahayyül edemeyeceğimiz kadar küçük bir sayı da olabilir. Eğlenceli ama bir yandan da hepsi, soyut düşünme yeteneği gelişmiş başka birilerine göre yanlış önermeler.

 

Bunlara ek olarak bazı popüler paradokslar var, Zenon paradokslarından birisi örneğin. Belli bir yolu tamamlamak için önce yolun yarısını, daha sonra kalan yolun yarısını ve her seferinde kalan yolun yarısını giden biri yolu hiçbir zaman tamamlayamıyor, bu yarısını gitme işini sonsuza dek tekrarlasa bile. Bir de sonsuz odası olan bir otelin tüm odalarının sonsuz sayıda müşteri ile dolu olduğu Hilbert Oteli Paradoksu vardır. Yeni bir müşteri gelirse, o otelde kalabileceği bir oda bulabilir mi?

 

Bu tür paradoksların cevapları biz meraklılar açısından ilk anda çok kolay görünmekle birlikte, biraz daha için içine girdikçe soyut düşünmenin kapsamı artıyor ve kimisi Antik Yunan’a kadar giden cevapların eğlencesine kendinizi kaptırıyorsunuz.

 

İşte bu Hilbert Oteli paradoksu bana, şimdilerde sonsuz sayıda gibi görünen AVM’ler ve sonsuz sayıda olması muhtemel AVM müşterilerini düşündürüyor.

 

Yaşadığım semtte eve yürüyüş mesafesinde 90’ların sonlarında açılmış bir AVM vardı. İlk açıldığı zamanlarda büyüktü ama şimdiki ölçülerle konuşursak, mini minnacık bir AVM. Hafta içi, hafta sonu fark etmez, her daim dolu olurdu. Ne de olsa yazın nispeten serin, kışın nispeten sıcak, çoluk çocuk her daim yürünüp dolaşılabilecek nispeten güvenli bir yer.

 

İzmir’in ilk AVM’si değilse de ilklerinden biriydi. Bu ilk AVM’ler had safhada kıymetliydi o zamanlar. 2000 yılında uzunca bir süreden beri ABD’de yaşayan ve dolayısıyla fazlasıyla AVM ile çevrelenmiş arkadaşım tatil için memlekete geldiğinde, annesi babası dünyanın 7 harikasından birini gösterecekmiş gibi bir edayla kızlarını kapıp bu ilk AVM’lerden birine götürmüşlerdi. Nitekim bizim de AVM’lerimiz vardı artık!

 

Dört yıl önce, bu ilk AVM’den beş on kat daha büyük yeni bir AVM açıldı. Hemen semtimizin ilk AVM’sinin arkasında, aralarında 100 metre ya var, ya yok. Bizim birinci AVM pek de sakinleşmediği gibi, bu büyük ikinci AVM de tıklım tıklım doldu taştı. Meğer ikinci bir AVM elzemmiş semtimizde.

 

Biz daha bu yeni AVM’nin varlığına bile ancak alışırken, birkaç hafta önce yepyeni bir üçüncü AVM açıldı. İlk AVM’den olsa olsa 500 metre, ikincisinden de diyelim ki, 400 metre ileride. En az ikinci AVM kadar büyük. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu (şimdilik) son AVM de tıklım tıklım dolup taşıyor. Yine tahmin edebileceğiniz gibi, ilk ve ikinci AVM’lerde de müşteri açısından kayda değer bir azalma yok.

 

İşte sonsuzluk kavramı ile AVM’lerin birleştikleri nokta burası. Şöyle bir genelleme yaparsak pek yanılmış olmayız gibi geliyor: Her yeni açılan AVM müşteri ile dolup taşar, üstelik eski AVM’lerin müşteri sayısında bir azalma olmaz.

 

Peki kaçıncı AVM’de doygunluk noktasına erişiriz? İşte bunu henüz bilemiyoruz. Çünkü şu ana kadarki tecrübelerimiz bize sonsuzluğu çağrıştırıyor.

 

Üçüncü ve şimdilik son AVM’miz bir Cuma günü açıldı. O Cuma günü ve izleyen Cumartesi ile Pazar günleri, AVM’lerin sonsuz sayıdaki müşterileri, o AVM olmaksızın o güne kadar nasıl yaşadıklarını tahmin edemez şekilde, bu son AVM’ye kendilerini dar attılar. Trafik alt üst oldu. Toplu taşıma araçları hınca hınç doldu. Çocuklar daha büyük bir azimle bağırdılar, ergenler daha büyük gruplar halinde tur attılar. Daha garip olanı, önceki iki AVM de normalden daha kalabalıktı.

 

Ben açılış günlerinde gitmedim yeni harika AVM’ye, fakat açılışı unutup oralardan geçme gafletine düştüm. Denizden karaya doğru paralel olarak aralarındaki birer sokak ya da cadde ile ayrılan bu üç AVM’nin civarı Fener Galatasaray maçı çıkışı gibiydi, kalabalık fobisi olmayanlar için bile ciddi bir sınavdı buralardan geçmek. AVM’lerin içini düşünemiyorum bile.

 

Kaynaklar işi biraz karıştırıyor, muhtemelen AVM açılış hızına yetişemiyorlar, ama benim anlayabildiğim 2018 sonu itibarıyla Türkiye’de 420 civarında AVM varmış. 2021 sonunda bu rakamın 450’ye, 2023’te 500’e ulaşması bekleniyormuş. Cumhuriyetimizin 100. yılında muasır medeniyet seviyesine daha da yaklaşmış olacağımızın hoş bir göstergesi!!!

 

Gayrimenkul sektörü araştırmaları yapan bir kuruluşa göre 2020 sonunda Türkiye’deki AVM arzı 14 milyon metrekare civarında olacakmış. Avrupa’da 2018’de AVM’lerin kapladığı alan 170 milyon metrekareye ulaşmış.

 

Bildiğimiz anlamda ilk AVM’ler, hepimizin tahmin edebileceği gibi ABD’de 1950’lerde arabayla gidilebilecek mesafelerde şehirlerin dışında yapılmış. Türkiye’nin ilk AVM’si ise, İstanbullular hatırlar, Galleria.

 

Galleria 1988 yılında Özal Türkiye’sinde açılmıştı. Batının ahlakını değil de tüketim alışkanlıklarını hızla aldığımız o yıllarda!

 

Rivayete göre Turgut Özal tedavi için gittiği ABD Houston’da Galleria adındaki bir AVM’yi görünce heves etmiş, devletin de özel sektörle birlikte yatırım yaptığı Galleria, Ataköy’de açılıvermiş. Yine şimdiki ölçülerle bakıldığında ufacık bir AVM. Ama 80’lerin Türkiye’si için çok büyük ve parlak bir yer, üstelik bir de kocaman buz pisti var. İstanbul’da öğrencilik yıllarında Galleria’ya bir kez gittiğimizi ve buz pistinde paten yapanları izlediğimizi hatırlıyorum. Net hatırladığım başka şeyler daha var: Anne, baba ve bir ya da birkaç çocuktan oluşan, zaman zaman babaannenin de katıldığı “aile Galleria dolaşmaları”nda, çocukların bağırış çağırışı, annelerin tedirginliği ve babanın bir noktadan sonra cinnet getirip çocuklardan bile daha fazla bağırması. Bu cinnetler, o zaman, ışıl ışıl AVM’lerde çok fazla elektrik yükünün olmasına bağlanıyordu.

 

Elektrik yükünün asap bozucu etkisine rağmen, akın akın gidiliyordu Galleria’ya. İstanbul dışından gelenler için de gezilecek görülecek yerlerin arasında, Kapalı Çarşıdan bile önce gezi programlarına ekleniyor ve bolca vakit ayırılıyordu.

 

Artık, Dünyanın en büyük alışveriş merkezleri Çin’deymiş. Türkiye’de bile sonsuz sayıda müşterisi olan AVM’lerin Çin’in devasa nüfusu ile karşılaştığı durumda sonsuzun sonsuzla çarpılması gibi bir etkiyle tanımlanamaz sayıda müşteri sayısına ulaşabileceğini aşikar. Türkiye gibi, tüketicilik ideolojisiyle nispeten geç tanışan nüfusu fazla Çin, Malezya, Filipinler gibi ülkelerde AVM’ler en parlak çağlarını yaşıyormuş.

 

Ama AVM severler için üzücü bir haberim de var: ABD’de, 2000’lerin ortalarından itibaren bildiğimiz anlamda AVM’lerin yenileri açılmaz olmuş. Şimdilerde, şehir merkezlerinde daha küçük, daha fazla açık alanı olan ve dolayısıyla gün ışığı alan, hava koşullarına duyarlı ve alışverişin yanısıra içinde ofisleri ve meskenleri de bulunduran hayatın tamamını geçirmeye müsait toplu mekanlar seviliyormuş. Eski AVM’lerin yalnız ve terk edilmiş halleri de antik Pompei’nin yarattığı tarzda bir nostalji ve romantizm hissi yaratıyormuş. Gelsin, kocaman boş otoparklarda, terk edilmiş geniş uzun koridorlarda belgeseller, video klipler…

 

Yani, ülkemizdeki, şimdilik zihinlerimizi sonsuzluk kavramıyla meşgul eden AVM’ler de, bir gün biz nasıl olduğunu anlayamadan, gözden düşüverecekler. Yakın zamanda değilse de, gidişatın bu yönde olduğunu görüyoruz. Üzülsek mi sevinsek mi? Eski Türkiye’de büyümüş son kuşak olarak, karşılığı alınmış olsa bile, o kadar paranın boşa gitmesine de içimiz el vermiyor.

 

Muhtemelen bizim nesle nasip olmayacak ama belki ileride torunlarımız bayramlarda AVM’ye gittikleri o günleri özlerler, terk edilmiş ışıltılı geniş koridorlarda geçmişin o her zaman “tatlı” hale gelen hatıralarını gözlerinde canlandırırlar. Ütopyaysa ütopya, distopyaysa distopya!!!

- Advertisment -