“Babi yeki kuştine yek jî ji pirs di ke. Dibije babite suwaran kuşt an peyan. Kuri kuşti ji dibije babimin hat kuştin ha suvaran kuşt ha peyan.”
Bu Kürtçe deyimi, avukat ve Kürt meselesine dair çalışmaları ile tanınan dostum Gülçin Avşar hatırlattı. "Adamın birinin babasını öldürmüşler. Adama sormuşlar, atlılar mı öldürdü babanı, yayalar mi? Demiş ki: Babam öldürülmüş, ha atlılar öldürmüş, ha yayalar.”
Kobani'de ölen 200'den fazla sivil sonrası HDP'nin Türkiye siyasetindeki tavrını özetleyen bir kıssa. Sivil ölümlerin acısı tazeyken, iç kamuoyunda görülen siyasi hesaplar…
Neden Kürt hareketi mevcut siyasetinde ısrarcı oluyor? Neden kendisine barış eli uzatan bir hükümeti, dünyanın en vahşi terör örgütlerinden birinin destekçisi gibi hem iç kamuoyuna hem de dünyaya lanse ediyor?
“Bir yandan, Türkiye devletinin çoluk çocuğu sahurda katleden bir vahşi terör örgütüne destek verdiğine inanıyorsa, neden bu devletle masaya oturuyor? AK Parti’nin IŞİD’e zihniyet ve yöntem olarak benzediğine iddia edip, neden HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş, CHP-AKP koalisyonunu destekleyeceklerini açıklıyor? Bu saldırıda Türkiye’nin hiçbir payı olmadığı açıkken, neden Kürt tabanını provoke edecek ve hatta sokağa dökecek açıklamalar yapılıyor?
Masum insanların kanı üzerinden bu siyaset neyi hedefliyor?
Türk-Kürt barışını mı? Toplumsal uzlaşmayı mı?
Yoksa bölgesel başka hesapları mı?”
Diye sormuştum dünkü yazının sonunda… Bu realpolitikin arkasında yatan sebep ne?
Bu sorunun cevabı aslında hem Suriye'de hem de Irak'ta yaşanan son gelişmelerde saklı.
Kürt siyasetini ve Suriye'yi yakından takip eden gazeteci Efadil Fırat, şu an Rojava'da olan biteni ve Türkiye'nin tepkisini anlamak için kasedi biraz geriye sarmamız gerektiğini söylüyor:
“Rojava'da bugün yaşananları ENKS ve TEV-DEM'in 2014 yılında Duhok'ta yaptığı anlaşma üzerinden okumak gerekiyor.
Duhok’da 24 Ekim 2014 tarihinde ENKS ve TEV-DEM arasında yapılan 3 maddelik anlaşmaya göre KDP ve PYD Suriye’de 'ortak yönetim, ortak askeri güç ve siyasi birlik' kuracaktı.
Türkiye'nin Rojava sınırları dahilinde bir tampon bölge talebi üzerine harekete geçen ABD, Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Tony Blinken ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk'dan oluşan bir temsilci heyet ile 10 Ekim’de Kürdistan Başkanı Mesud Barzani ile Duhok’ta bir görüşme gerçekleştirdi. Talep edilen Tampon bölgenin kurulması için öncelikle Rojava'da Kürt Partilerinin birleşmesi gerekiyordu.
Duhok’taki bu görüşmeden sonra, Paris’te, 12 Ekim’de bir başka görüşme gerçekleşti. ABD Suriye Özel Temsilcisi Daniel Rubinstein ve Dışişleri Bakanlığı heyeti PYD lideri Salih Müslim‘le görüşüp aynı mesajı iletti. Bu iki görüşmenin ardından taraflar 15 Ekim’de Duhok’ta müzakere masasına oturdu.
Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk, Barzani'yle görüşmeden hemen önce Türkiye’deydi ve 'IŞİD’le Mücedale Koalisyonu' Özel Temsilcisi John Allen ile birlikte Ankara’da Ahmet Davutoğlu, Mevlüt Çavuşoğlu ve Feridun Sinirlioğlu ile görüştü.
ABD ve Türkiye'den gözlemcilerin olduğu Duhok'taki toplantıda KDP PYD'ye 'Kantonlar feshedilip tek bir yönetimde birleştirilsin' teklifini sundu. PYD ise bu talebi üç kantonun üç ayrı hükümet tarafından yönetilmesi gerektiğini söyleyerek reddetmişti.
Duhok anlaşması sonucunda yönetim şu şekilde belirlendi: PYD ve KDP yüzde 40’ar eşit ağırlıkta olacak, kalan yüzde 20 de bağımsızlara dağıtılacak. En üst yönetim olarak 30 kişilik bir siyasi karar mekanizması belirlenecek. 30 kişinin 12’si KDP’nin kontrolündeki Kürt Ulusal Konseyi’nden (KUK), 12’si de PKK-PYD’nin kontrolündeki Demokratik Toplum Hareketi’nden (TEV-DEM) seçilecek. Geri kalan 6 kişi de bağımsızlardan ama KUK ve TEV-DEM’in seçimiyle belirlenecekti ama PYD her zamanki kurnazlığı ile Barzani'den silahları alır almaz anlaşmayı tek taraflı bitirdi.
Bugün yeniden tartışılmaya başlanan Rojava'da Kürt Koridorunun temelleri 2014'te Duhok'ta yapılan toplantı ile atıldı. Fakat PYD bu yeni süreci tek aktör olarak yürütmek istiyor. PYD'nin bağlı bulunduğu eksen kurduğu stratejik ilişkiler bugün bağımsız hareket etmesine engel oluyor.
Duhok anlaşmasından bu yana sürecin içerisinde etkin bir aktör olan hatta bu anlaşma neticesinde koridor açıp Kobanê'ye silah ve Peşmerge geçisini sağlayan Türkiye ABD ve İran'ın öncülüğünü yaptığı yeni 'eksen' ile saf dışı bırakılmaya çalışılıyor.
Erdoğan'ın yaptığı keskin çıkışların, itirazların asıl sebebi bu. Türkiye'nin dahil olmadığı bir denklem hem Kürdistan hem de Rojava'da kronikleşen bir çatışmayı beraberinde getirecektir. Erdoğan Rojava'da kendisinin dahil olmadığı bir denkleme itiraz etmekte haklı. Rojava'da Türkiye'nin dahil olmadığı İran'ın merkeze alındığı bir denklem kabul edilemez.”(*)
Yani Türkiye'nin Suriye politikasını belirleyen şey bir Kürtfobi değil Fırat'a göre, İran kaygısı.
İşin ilginci, Irak'ta Kürt devletini destekleyen nadir ülkelerden biri Türkiye iken, İran ise Barzani'nin gücünü engellemek için elinden geleni yapıyor.
Bu kaygının hissedildiği diğer bir yer Irak sahnesi. İran bu coğrafyada da nüfuzunu arttırma ve Barzani'nin etkisini kısıtlama çabasında.
Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nde (IKBY), Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Goran Hareketi, Bölgesel Başkan Mesut Barzani'nin yetkilerini azaltmak istiyor. Bu iki parti, başkanlık seçimini ve başkanın yetkilerini yeniden düzenleyen bir tasarıyı hazırlayarak IKBY Parlamentosu'na sundu. Tasarı, bölgesel başkanın halk tarafından değil Parlamento'da seçilmesini öngörüyor ve dolayısıyla Barzani'nin gelecek seçimlerden seçilme şansını düşürmeyi hedefliyor. Buna ek olarak, KYB ve Goran ayrıca Peşmerge, İstihbarat Teşkilatı ve Milli Güvenlik Kurulunun da Barzani'den alınıp hükümete bağlanmasını amaçlıyor. Bu tasarı güç dinamiklerini dramatik bir şekilde değiştirmeyi ve Süleymaniye merkezli ve İran'a yakın kanat olarak bilinen KYB ve Goran'ın ağırlık kazanmasını öngörüyor. Anadolu Ajansına konuşan Irak Türkmen Değişim Listesi Milletvekili Muhammet İlhanlı, "Kürt bölgesinde başkanlık sisteminin tartışılmaya açılmasının İran ile ilgili olduğunu düşünüyorum. İran'ın burada rolü var. Barzani'nin, daha çok Türkiye ile ilişkileri olması İran'ı rahatsız ediyor. İran'ın etkisinde kalan Süleymaniye'deki siyasi güçler, Barzani'nin zayıflamasını istiyor" iddiasında bulundu.
Türkiye'ye yakın tek gücün KDP olduğunu not düşen İlhanlı şunları da sözlerine ekledi: "Diğerleri İran'ın etkisinde. Bölgeleri IŞİD'in kontrolünde olan Sünnilerin zaten bir gücü kalmadı. Sadece KDP ve Barzani, Türkiye yanlısı. KDP, Türkiye ile iyi ilişkiler kurarak, ticaretin yükselmesini sağladı. İran, bundan rahatsız oldu."
Buradaki soru şu: Bölge Kürtleri kiminle hareket etmeyi tercih edecek? İran'la mı, yoksa Barzani ve Türkiye ile mi?
Kürt siyasetini demir yumruğu ile bastıran, Kürt aktivistleri idam etmeyi alışkanlık haline getiren, bir dikta rejimini mi?
Yoksa soyadı Kürt mücadelesi ile eş anlamlı, bu bölgede Kürt haklarının teminatı Barzani'yi mi?
Veya Kürt barışını bir devlet projesi olarak sahiplenen, aksaklıkları olsa da demokratikleşme sürecini konsolide etmeye çalışan Türkiye'yi mi?
…..
(*) http://xeleng.blogspot.com.tr/2015/06/ortadoguda-eksen-savaslar-isid-kobani.html