Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Körfez ülkeleri ziyareti sırasında Bahreyn'de yaptığı konuşmada kullandığı kritik bir ifade var: "Suriye'nin bölünmesine karşıyız ama biliniz ki birileri de hem Suriye'nin hem Irak'ın bölünmesini istiyor. Irak'ın bölünmesi çalışmalarını yapanlar da var. Oradaki mezhebi mücadele aynı zamanda etnik mücadele, çünkü orada da bir Pers milliyetçiliği olayı var. Bu Pers milliyetçiliği olayıyla da bir bölünme orada da söz konusu. Bunların önünü kesmemiz önünü almamız gerekiyor, benzer durum Suriye'de var. Suriye'deki gelişmenin de önünü almamız lazım bunun için de tabii Körfez'in, bizim üzerimize düşen neyse bunları hep beraber yapmamız gerekiyor. Çünkü biz zulme seyirci kalamayız, kalmayacağız."
İran-Irak savaşı ile başlayan; ABD'nin Irak müdahalesi ile derinleşen; Lübnan, Suriye, Bahreyn, Yemen krizleri ile zirveye ulaşan bir hastalık var Orta Doğu'da. Mezhepçilik ve tam adını koymak gerekirse Şii-Sünni gerilimi son 20 yılda bölgede oluşan birçok sorunu açıklamak için en çok kullanılan kavram.
Lakin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kullandığı Pers milliyetçiliği kavramı aslında İran'ın bölgedeki yayılmacılığını açıklamak için hem siyaseten hem de analiz açısından daha doğru bir ifade.
İran bölgede sadece Şiiler ile iş birliği içinde değil. Kendi yayılmacı politikalarını destekleyen ve aslında Şii inancından farklı bir arka plandan gelen gruplarla iş birliği yaptığı gibi, çoğunluğu Şii olan Azerbaycan ile de hasmane ilişkiler içinde.
Meseleyi sadece mezhep ekseninde tanımlamak hem mezhep çatışmasını daha da derinleştirme tehlikesini barındırıyor, hem de sorunun derinlikli analiz edilmesini engelliyor.
İran'ın bu bölgedeki yayılmacı politikalarının asıl motivasyonu son derece realist faktörler belirliyor. Şii cihadı söylemi kullanılsa da, asıl belirleyici faktör bir ulus devletin emperyal hevesi.