Ana SayfaYazarlarSoykırım çalışmalarında yeni yaklaşımlar

Soykırım çalışmalarında yeni yaklaşımlar

 

“Kartaca’nın, Alpinlerin ve Waldenlerin imhası; Haçlı Seferlerinin yol açtığı tahribat ve Cermen Savaşçılarının fethettikleri yerlerde yaptığı yıkımlar; Osmanlı İmparatorluğu altındaki Hıristiyanların yok edilmesi, Afrika’da vuku bulan Herero katliamları, Ermenilerin imhası, 1933’te Irak’ta Süryanilerin katledilmesi, Marunilerin yok edilmesi, Çarlık Rusya ve Romanya dönemindeki Yahudi Pogromları klasik soykırım örnekleridir” (Lemkin, 31 Ocak 1948).

           

Soykırım kavramı, son dönemlerde Soykırım Çalışmaları (Genocide Studies) alanında oldukça ihtilaflı ve tartışmaya açık bir olgu olarak gündeme gelmekte. İlk elden şunun altını çizmek gerekir ki soykırım nosyonu yasal bir terim olup tarihsel izleği ve legal olarak bağlayıcı olan karakteristik unsurları 9 Aralık 1948’de kabul edilen Soykırım Anlaşması’nda belirtilmiştir.

 

Bu kavramın kurucu babası olan Lemkin soykırımın salt savaş döneminde sınırları çizilen kurallara aykırı bir suç teşkil etmediğini, bununla beraber insanlığa karşı işlenen bir suç karakterine de sahip olduğunu vurgulamıştır. Aynı Lemkin (1946), soykırımın yine yalnızca savaş dönemine ait bir olgu olmadığını; bu savaş ve daha da önemlisi aynı zamanda insanlık suçu teşkil eden eylemin barış zamanında da önlenmesi gerektiğine işaret etmiştir.

 

Tam da bu nedenle, Lemkin Nürnberg Mahkemeleri’nin kararını desteklememiştir. Zira ona göre, mahkemenin bu kararı savaş suçları ile sınırlıdır ve yalnızca savaş zamanında işlenen suçların mahkumiyetini kapsamaktadır. Nürnberg Yargılamalarında soykırım kavramının tanımına uygun düşen ve bu tanımı güçlendiren delillerin varlığına rağmen, Uluslararası Askeri Mahkeme durumu bu şekilde yorumlamamış ve savaş patlak vermeden önce işlenen suçların cezalandırılmaya tabi olmadığı yönünde bir karar almıştır.

 

Lemkin’e göre “soykırım” suçu tarihin daha erken dönemleriyle ilişkilendirilmeli ve diğer ulusal, etnik ve dini gruplara da uygulanmalıdır. Bu bağlamda, Lemkin, İkinci Dünya Savaşı öncesinde işlenmiş soykırım örneklerinin müstakil bir listesini çıkarmış ve bunu yaparken tarihin en eski dönemlerine kadar gitmiştir.

 

Burada bilhassa, “Ermeni katliamları” üzerinde durmuştur. Bundan dolayı, Dan Stone, Lemkin’in “soykırımın kavramını sınırlamadığını bu sayede soykırımın sadece Nazi işgali altındaki Avrupa’da Yahudilerin imhasına tekabül etmediğini” belirtir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 11 Aralık 1946’da soykırımın uluslararası bir suç olduğunu kabul etmiş ve bunu bir deklarasyonla resmileştirmiştir. Üye ülkelerin oy birliğiyle kabul etmesi sonucu Soykırım Sözleşmesi yayımlanmıştır.

 

Lemkin için soykırıma içkin pratikleri önlemek ve caydırıcı cezalar uygulamak saikiyle uluslararası bir yasama mekanizmasının kurulması hayati bir adımdı. Burada Lemkin’in işaret ettiği en önemli nokta Yahudi Soykırımı’na (bundan sonra yazı içinde Holokost ve/veya Shoah olarak kullanılacaktır) kurban giden Yahudilerin kaderi ile Nazilerin diğer kurbanlarının akıbeti arasında bir ayrımın olmadığı vurgusudur.

 

Zira Lemkin Yahudilerin ve Romanların soykırımı olarak tanımlanabilecek ‘ırksal soykırım’ ile yine Naziler’in Polonya, Rusya ve Ukrayna topraklarını ele geçirmek için işlediği ‘ulusal soykırım’ kavramları arasında bir ayrım çizgisi görmesine rağmen “Nazilerin soykırım rejimimin bütünsel bir olgu olduğunu ortaya koyuyordu.”

 

Burada kendisi esas itibariyle Yahudi toplulukların imhası ile Nazi soykırım rejiminin diğer kurbanlarının akıbetleri arasında bir fark olmadığını ima ediyordu. Dolayısıyla, Lemkin Yahudi soykırımına istisnai ya da kendi özgü bir biriciklik atfetmiyordu.

 

 

- Advertisment -