Ankara’da Kavaklıdere’de yaşıyor, Hafta içinde annemle Küçükesat Karınca sinemasının Çarşamba Kadın Matinelerinde en acıklı Türk filmlerini izliyorduk. Hafta sonları babamızla açık hava sinemalarına gittiğimiz de olurdu. Halam ve çevresinde ise Ankara’nın başka bir yönü vardı. Dizilerin sosyal medyanın olmadığı zamanda gazinolar, fener alayları ne güne duruyor. Kadın matinesi denildi mi akan sular durur, akşamdan heyecanla yapılan böreklerin, sarmaların eşliğinde yola çıkılmasına, bu kadarcık eğlenceye, muhafazakar ailelerdeki kocalar bile karşı çıkma gereği duymazdı. Satoyazar’daki matinede Hamiyet Yüceses, Zeki Müren, Behiye Aksoy, Sevim Çağlayan, Yaşar Özel, Gönül Yazar, Zekai Tunca dinlediklerini hatırlıyorum. Çocuk götürülmediğini de. Yasak mıydı yoksa orada olsun biraz rahat etmek için mi çocukları aile büyüklerine emanet ederlerdi belli değil. Annelerimizin günlerinde herkesin elinde ince etamin, kanaviçe, dantel, Türk işi, Antep işi gibi bir el işi olur, örnekler alınıp verilirdi. Ağızlıkla sigara içen, tütün kutusundan dal saran kadınları ilgiyle izlerdik. Gelmişten geçmişten, etrafta olup biten durumlardan, evlenecek kızlardan, içip gelen kumar oynayan adamların fenalığından, yurt dışına okumaya giden ahbap çocuklarından sohbetler açılırdı. Din ile bağlantının en güçlü olduğu yer ise mevlitlerde doğum bahrine gelinince dökülen gözyaşlarıydı. Melekler doğum anında Amine annemizin sırtını sıvazladığından, hepimiz ayağa kalkar titreyerek birbirimizin sırtına aynısını yapardık.
Maraş’tan Ankara’ya onyedi ve ondokuz yaşında gelin gelen anneme ve teyzeme ait görüntüler; diz üstü etekleri, toprak yollarda küçücük harika delikler açan sivri topuklu ayakkabıları, ve simsiyah ondüle saçları. Taşra şehrinin kapalı devre yaşamı ve kültüründen sonra, cumhuriyet şehrine göre dönüşmeye, Ankara kadını olmaya çalışıyorlardı sanırım. Şöyle bir görüntü de var hafızamda; birgün evimize yakın konferans salonunda genç bir kadın konuşuyor, ama biz onu göremiyoruz, içerisi aşırı kalabalık olduğundan dışarıda kalmış onlarca kadının arasında hoparlörden ya da dışarı verilmiş mikrofondan yayılan nazik tutkulu heyecanlı sesi dinliyoruz. Ne söylediğini bilemiyorum ama teyzemin o günden sonra başını örtüp bir daha hiç açmadığını biliyorum. Annemin de bunu yapmayı istediği halde etraftan utandığını, ne derler diye kaygılandığı için ileriki zamanlara ertelediğini…Meğer bütün değerlerin buharlaştığı, Müslüman kimliğin hor görüldüğü bir zamanda tutunacak dal arayanlar, sağlam bir kökle yeniden irtibat kurmak isteyenler varmış, incecik zarif minyon bir kadın bu konudaki deneyimini anlatıyormuş. Eski ve arkaik olarak tanımlanıp tarihin dışına itilen bir varoluş biçimi güncellenerek yeniden çıkmış karşımıza. Kadınlar manevi bir boşluk içindeydi demek ki fakat ben Şule Yüksel Şenler’in dolaylı ve dolaysız birçok yolla erkekleri de etkilediğini düşünüyorum.
Demet Tezcan’ın yazılarında özetlediği gibi kişisel dönüşümünden sonra Şenler’in yazıları 1966 yılından itibaren Yeni İstiklâl, Babıalide Sabah (kadın sayfaları hazırladı), Bugün (günlük fıkra, 1967) gazetelerinde yer aldı. Kardeşi Özer Şenler ile birlikte çıkardığı Seher Vakti dergisinde İslami örtünmeye teşvik eden resim, yazı ve şiirlerin yer aldığı kadın sayfaları düzenledi (1969). Aynı yıllarda çeşitli il ve ilçeleri dolaşarak “İslâm’da Kadının Yeri ve Mükellefiyetleri”, “Türkiye’de Manevi Buhran” ve “Dün, Bugün, Yarın” konulu konferanslar verdi. Bunlar çok güçlü konuşmalardı ve incecik boynunun yan tarafında tokayla tutturulan başörtülü fotoğrafını bir dergiden kesip okul defterimin arasına koymuştum.
Şimdiki zamanın bazı genç kadınları nasıl Şule Yüksel’i tanımıyorsa biz de Osmanlı kadınlarının tecrübesinden bihaberdik. Deneyimlerin birbirine eklenmesi çok kıymetli. Daha sonraları kadın meselesi üzerine eğilmeye ve yazmaya başlayınca başta Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi başlıklı eseri olmak üzere birçok kitapla buluştuk. Arada kayıp bir kuşak vardı onu da Fatma Barbarosoğlu Cumhuriyetin Dindar Kadınları kitabıyla halkaya ekledi.
Bir dönem bütün Türkiye’yi dolaşan ve güçlü bir iz bırakan yazarın müstakil olarak ele alınması, Demet Tezcan’ın bir yıl boyunca yoğun görüşmeler yaparak Bir Çığır Öyküsüdür Şule Yüksel Şenler kitabını çıkarması çok önemli.
Son yıllardaki rahatsızlığı nedeniyle her zaman müsait olamadığından özel bir ziyaret mümkün olmadı fakat birçok kez birlikte katıldığımız toplantılarda sohbet etmek, duasını almak nasip oldu. Çok kitaplar yazdı, konuşmalar yaptı, cezaevinde yattı, aşağılandı, sorgulandı, Huzur Sokağı romanı gibi filmi de akıllara kazındı. Fakat beni en çok etkileyen, nazik mütevazı derviş hali, güzel Türkçesi, kadife gibi merhametli bakışları oldu. Sorgusuz sualsiz cennete gitmesini dilerim.