Ortadoğu’daki aktörlerin performansına baktığımızda PYD/PKK’nın epeyce başarılı olduğunu teslim etmemiz gerekir. Sonuçta bu siyasi yapı tüm diğer Kürt partilerini ve farklı siyasi oluşumları o bölgeden kovdu, insanlık suçu işleyip civar yerleşimleri boşaltarak alan genişletti, sadece Esad, İran ve Rusya ile değil, IŞİD ile de ilişki kurdu, onlarla çeşitli alanlarda işbirliği imkanları yarattı. Buna Avrupa’nın son döneme kadar artmakta olan sempati ve desteğini ve nihayet belki de en hayati unsur olarak ABD korumasını da eklememiz lazım.
Bu tablo bize PYD/PKK performansının niçin başarılı olduğuna dair ilk ölçütü veriyor. Çok aktörlü hiyerarşik bir sistemde, küçük aktörlerin amaçlarına ulaşabilmeleri olabildiğince çok sayıda büyük aktörle iyi ilişki içinde olmasına bağlı… PYD/PKK bunu hiyerarşide kendi üzerinde olan her aktöre farklı yaklaşarak ve farklı avantajlar sunarak yaptı. ABD ve AB için IŞİD’le savaşıyor olması, Esad ve İran için Özgür Suriye Ordusu ve Türkmenler ile savaşması cazip oldu. Rusya’ya ise Türkiye’yi sıkıştırma ve rahatsız etme yeteneği kullanışlı geldi. Diğer bir deyişle PYD/PKK kendi amaçlarını elde etme uğruna bir yandan kendisini bilerek taşeronlaştırdı, diğer yandan da büyük aktörlerin bıraktıkları boşluk alanlarını doldurarak pazarlık gücünü artırdı.
Ancak başarının ardında bir etken daha vardı. PYD/PKK aynen Esad gibi tek hedefe konsantre oldu. Nasıl Esad’ın hedefi ayakta kalmak ve iktidarına tutunmak ise, PYD/PKK’nınki de Suriye’nin kuzeyinde birleşik bir toprak parçası elde etmekti. Bu gözlemden hareketle başarı için bir başka ölçüt daha üretebiliriz: Çok aktörlü hiyerarşik bir sistemde, küçük aktörlerin amaçlarına ulaşmaları olabildiğince dar bir hedefe kilitlenmeleriyle doğru orantılı oluyor. Bunun avantajı diğer bütün aktörlerin sizin neyin peşinde olduğunuzu daha baştan bilmeleri ve ilave amaçlarla karşılaşmayacaklarından emin olmaları. Bu durumun yarattığı bir ‘dolaylı güven’ var. Diğer bir deyişle bugün ABD PYD/PKK’ya ne uzun ne kısa vadede güvenmiyor olsa bile, küçük aktörün kapasitesinin ve niyetinin net bir biçimde tanımlanabilir olması büyük aktörün bilgisinden emin olmasını sağlıyor ve bu da ‘güvene dayanmayan ama güvenilir’ bir ilişki yaratabiliyor.
Türkiye’nin dış politikasına baktığımızda aradaki farkı görmemek mümkün değil. Türkiye bu hiyerarşik sistemde kendisinden güçlü olan hiçbir aktörle tam dayanışma içinde olamadı. Öte yandan birden fazla amaç peşinde koştuğu izlenimi yarattı. Hem sınırında bir PKK devletinin kurulmamasını, hem Esad’ın gitmesini, hem Suriye’nin bölünmemesini, hem Suriye’deki Sünnilerin ve Türkmenlerin haklarının sağlanmasını, hem de tüm Ortadoğu nezdinde etkili bir aktör olarak kalmayı istedi. Bunların hepsi de meşru isteklerdi. Ayrıca tek tek ele alındığında Türkiye o hedefi gerçekleştirecek kapasite ve yeteneğe de sahip. Ama bütün amaçlar bir araya geldiğinde başarı da zorlaşıyor. Çünkü sistemdeki büyük aktörler sizin hangi adımı hangi amaca binaen attığınızı anlamayabiliyorlar ve siz de sürekli olarak net bir tutum sergilemekte zorlanıyorsunuz. Böylece ortaya PYD/PKK örneğinin tersine bir durum çıkıyor. Bugün ABD açısından bakıldığında Türkiye ‘güvenilen ama güvenilir ilişki kurulmakta zorlanılan’ bir ülke.
Barış eninde sonunda gelecek ve çözüm ne olursa olsun Türkiye’ye yarayacak. Çünkü PYD/PKK bölgenin en büyük yerel aktörü ile birlikte yaşamak ve kendisini ona da kabul ettirmek durumunda kalacak. Tabi Türkiye bu arada kendi becerisini doğru değerlendirme konusunda yine hata yapmazsa.