Suriye dört yıldır bütün dünyanın seyrettiği ve tutuşturduğu yangında alevler içinde yanıyor. Hayatını kaybeden yüz binlerce insanın arasında sayısız sanatçı da var. Birçoğu da başka ülkelerde mülteci konumunda. Tesbih tanesi gibi dağılan ressamlardan bazıları Türkiye’de. Sanatçıların kendi aralarında ve Türkiye halkıyla bağlar kurmasına destek vermek için harekete geçen Selam inisiyatifi belgesel ve videolar çekerek Suriyelileri başka açıdan tanıtmak istiyor.
Belgesel yönetmeni Bilal Alirıza ve arkadaşları Suriye halkı hakkında yönlendirilmiş algıları kırmak, uzun zaman sürecek olan birlikte yaşamın temellerine katkı sağlamak için bu işe giriştiklerini söylüyorlar. Suriyeliler hakkındaki önyargılar iki toplum için de kayıp çünkü. Suriyelilerin hassas gözleri sayılan sanatçıların görüp gösterdiği başka gerçekliklere ihtiyacımız var.
Bu güzel niyetin ilk ürünü olan ‘Selam’ belgeselinde 1987 Riyad doğumlu, sanat eğitimini Şam’da almış, mezun olduğu bölümde genç yaşta hoca olmuş ressam Muhammed Zaza’nın dünyasına dahil oluyoruz. Dört milyonu aşan mülteci gibi o da ülkesinden uzakta yaşamak zorunda.
Filmin başlangıcında sonbahar dalına konan bir serçenin İstanbul’a doğru havalanması çok manidar. Kalbi kaygıyla, tedirginlikle, yersizlik yurtsuzlukla çarpan bir göçmenin kök salamadan uçuşu. Zaza’ın üzerindeki yelek annelerin ördüğü cinsten. Özgürce hayal kurmanın emek istediğini söylerken, korunması gereken en ince alana işaret ediyor.
Sonra Tarlabaşı’ndan Galata’ya ve oradan ücra mahallelere tutunamayanların görüntüleri giriyor. Suriye’deki hayatından mutlulukla bahsediyor Zaza. Mülteci olarak birçok Arap ülkesini dolaşıp İstanbul’da yaşamaya başlaması yerleşme değil geçici bir dönem onun için. Çünkü sanatının geleceği kök saldığı ülkesinde.
Ayaklanma ya da savaş süreci sanatçılardaki sorumluluk duygusunu yükseltmiş ve o kültürüne, halkına borçlu hissediyor kendini. Ürdün’den İstanbul’a arkadaşlarını görmeye geldiğinde ilk kez sokağa çıkar çıkmaz bir his onun yerine karar vermiş burada kalması için. Şehrin atmosferi ve onun için yeni sayılan renklerinin etkisiymiş bu. Aktif olarak varlığını sürdürmesine yarayacak detaylara burada kavuşmuş. Şehrin basamaklar şeklinde büyüleyici yükselişi, her tepeden asırlardır şehre bakan camiler, bulutların dakika dakika yer değiştirmesi, bunu yaparken de aldıkları çeşitli renkler İstanbul’da kalmasının ana sebeplerinden.
“Bu şehir Avrupa’ya yakın, öte yandan bizim olan bir şeyi muhafaza ediyor” diyerek zor bulunur bir kimyadan bahsediyor. İstanbul’da ilk fark ettiği şey benzerlik; ona çok benzeyen bir şey var ve o şey yeni bir form almış, iyi bildiği bir şeyin varlığını görüyor ama keşfedilmesi gereken bir farklılık ve yenilik var aynı zamanda. İstanbul’un kendi üzerindeki etkilerini anlatırken gözlerini kapatıyor.
Suriye’ye yaptığımız yolculuklarda benzer duygularımızı dile getirirdik yol arkadaşlarımızla. ‘Selam’ belgeselinde fonda Mısır Çarşısı görüntülerinin olması Şam ve Halep’in kapalı çarşılarının eşsiz güzelliklerine gönderme sanki. Şam’da Emevi Camii’nin hemen dibinden başlayan Hamidiye çarşıları, 15. yüzyıldan kalma Halep pazarları, aşina kokular ve pırıltılı kumaşlar. Araplarla birbirimizi keşfettiğimiz tutkulu yolculuklar ne kadar yaygınlaşmıştı beş yıl önce. Savaş aklımızın ucundan geçmezdi.
Şam’da Selahaddin Eyyubi’nin türbesini ararken sorduğumuz gençler bilmiyordu yerini, meğer hepimiz duvarına yaslanıyormuşuz o dem. Tıpkı bizim gençlerimizin de genelde kadim tarihimizden bîhaber oluşları gibi.
Zaza’nın Suriye resim sanatındaki gidişatta fark ettiği eksiklik, eğitmenlerin gençlerin gözlerinden bakamaması, sadece kendi bildiklerini dikte etmeleri. “Bu yüzden onları daha iyi bir yere taşıyamıyorlardı” diyor. Her insan bunları aşıp yüce bir fikirle sanatını icra etmeli, bu fikre ulaşmak için zihninde nice iç savaşlar yaşanmalı. Düşüncelerini insanlığın ortak havuzuna ve hizmetine eklemek çileli bir yol elbette.
Zaza savaşın her Suriyelinin yüzüne yansıdığını ve artık eski hale dönmenin muhal olduğunu anlatmış. Savaş öncesi baskılar sanatçıların maskelerin ardına saklanmasına yol açıyordu şimdi buna gerek yok, ülkeden çıkınca bir perde aralanmış. Fakat artık DNA’larına işleyen ve gelecek kuşaklara aktarılacak bir hal var ve çocukluk döneminin berraklığına bir daha ulaşmak mümkün değil. Savaştaki medya bombardımanı insanı gerçek saf ve temiz olandan kopardı Zaza’nın deneyimine göre.
Çeşitli enstrümanlar çalan, müziği resimle iç içe geçiren biri olarak bir tiyatro sahnesine benzetiyor resmini. Çünkü şekillerde kesintisiz ve sürekli hareket var. Dinlediği çaldığı müzik şekilleri düzenleyip onlara doğru hareketi veriyor.
Tablolar dışında daha özel deneyimler yaşamak için, Riyad’dayken 2013’te ‘Sayf’ adlı animasyon filmini yapmış. Şekli boşaltmayı, şeklin akışını eğitmeyi, bir noktadan çıkıp bir noktada bitmeyi anlatmak istemiş. İlk dört dakika için 1800’den fazla resim çizmek sabır ve sebat işi ve her saniye onun hayatına yeni bir değer katmış.
BBC’den Rengin Arslan’a verdiği mülakatta kutulara koyup arkadaşına teslim ettiği muhteşem kitap ve katalogları için ele geçtiği takdirde yaratacağı tehlike yüzünden nasıl imha kararı aldıklarını anlatmış. “Ruhumuzdaki iyi şeyleri sonsuza kadar kaybettik” derken kitapların kaybının bunun yanında önemsiz olduğunu vurguluyor. Savaş ressamı olmak yerine kendi yolunda gitmeye çalışan, kanlı sahnelerin yerine savaşın insan üzerindeki etkilerini ele alan biri. Ressamın kendini sadece savaşa hapsetmesi de savaşı kaybetmenin bir göstergesi olurdu zaten.
Savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulup sanatlarını icra etmek isteyen Suriyelilerin mekanı olmalı Türkiye. Farklı yaklaşımlar hayat bulmalı ülkemizde. Muhammed Zaza’nın en etkileyici sözleri farklı fikirler üzerine. Bir zamanlar sanattan felsefeye, edebiyattan siyasete, dine, her şeyi açıkça konuştukları arkadaşlarıyla artık bir duvar örülmüş aralarına. Konuşamaz olmuşlar. Bunu biz de yaşıyoruz derin biçimde. Sanatın dili güçlü olursa toplumsal ve siyasal yaşamda da yeni bir dilin oluşmasına katkı verebilir.