Suruç’ta arife günü çok acı verici bir hadise meydana geldi. Seçim çalışmaları kapsamında HDP’li oldukları bilinen bir dükkânı ziyaret eden AK Partili grup ile dükkân sahipleri arasında önce tartışma ile başlayan, sonra silahlı kavgaya dönüşen olaylarda ve devamında dört kişi hayatını kaybetti. Ölenlerden biri AK Partili vekil adayının ağabeyi, diğer üçü de dükkân sahipleri olan HDP’lilerdi.
Başlı başına bir bayram öncesi dört ailenin ocağına ateş düşmesi, yeterince acıydı. 24 Haziran akşamı seçim bitecek, partiler normal faaliyetlerine dönecek, ama mensuplarını kaybeden ailelerinin yüreğindeki yangın bir ömür boyu devam edecekti. Dökülen kan — ne yazık ki — ortadan kaldırılması güç bir husumete neden olacak ve ailenin her bir bireyini adım adım izleyecekti.
Hülasa meşum olay, öncesi ve sonrasıyla bu denli elem yüklüydü. Medyanın ve kamusal güçle teçhiz edilmiş makamların böyle hassas bir olay karşısında başlıca iki sorumluluğu vardı. Biri, elden geldiğince toplumu yatıştıracak ve meseleyi soğutacak serinkanlı bir dil kullanmaktı. Diğeri ise, gerçeği bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkarmaya ve adaleti tesis etmeye yönelik hareket etmekti. Ne var ki medya da, iktidar da bu sorumlulukların uzağından bile geçmedi. Tam tersine, tutturdukları dil ve davranış tarzları, olaydaki acıyı katmerleştirdi.
“AK Parti’ye saldırı”
Medya üç ölümcül günah işledi. Birincisi, medya ilk andan itibaren olayı “AK Parti’ye saldırı” olarak kamuoyuna sundu. Oysa Urfa Valiliği yaptığı açıklamada olayı “esnaf ziyareti sonrasında iki grup arasında çıkan tartışmanın kavgaya dönüşmesi neticesinde ortaya çıkan olay” olarak tanımlamıştıı. Tanık anlatımları da Valiliğin yaptığı bu açıklamayı doğrular nitelikteydi.
Valilik bile (!) olay için “saldırı” ifadesini kullanmazken, ana-akım medyanın hadisenin oluş şekline ve tanık anlatımlarına gözlerini ve kulaklarını sıkı sıkıya kapatıp ısrarla olayı “AK Parti’ye saldırı” şablonuyla aktarmasının kabul edilebilir bir tarafı yok. Çünkü bu dil, hem gerçekleri çarpıtıyor, hem de toplumu tahrik edip yeni çatışmaları körükleyebilecek bir nityelik taşıyor.
İkincisi, biri AK Partili ve üçü HDP’li olmak üzere dört kişi yaşamını yitirdi. Ancak bu en temel bilgi bile medya tarafından uzun süre toplumdan saklandı. Zira medya haberi “seçim çalışması yapan AK Partililere PKK’lıların saldırması ve aralarında bir AK Partili milletvekilinin de olduğu dört kişinin ölmesi” biçiminde kurguladı. Kurgusuna uygun olarak da, olayda hayatını kaybedenlerden birinin siyasi kimliğini öne çıkarırken, diğer üçünün siyasi kimliğini görünmez kıldı. Böylece medya, gerçeği tersyüz eden bir algının yerleşmesine hizmet etti.
İki kişi nerede ve nasıl öldü/öldürüldü?
Üçüncüsü, olayla ilgili bütün deliller sadece iki kişinin — biri AK Partili, diğeri HDP’li iki kişinin olay yerinde öldüğüne/öldürüldüğüne işaret ediyor. Peki, diğer iki HDP’li nerede ve nasıl öldü ya da öldürüldü? Toplamda dört vatandaşın hayatına mal olan bir hadisede, herhalde cevabı aranması gereken ilk soru bu olsa gerek.
Bu konuda korkunç iddialar ve tanık anlatımları var. Eşi ve iki oğlunu kaybeden Emine Şenyaşar’ın anlattıkları tüyler ürpertici:
“Olay esnasında evdeydim ve haber alır almaz dükkâna koştum. Daha olay yerine varmadan kadınlar ‘Gitme çocuklarını öldürdüler. Seni de öldürürler’ dediler. Gitmeme izin vermediler. Dönerken yolda eşimi gördüm. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Bana ‘Ne oldu?’ dedi, ben de söyledim. Sonra birlikte dükkâna doğru gittik, polis izin vermedi. Sonra ambulans geldi. Dükkândan birini çıkarıp, ambulansa bindirip götürdüler. Sonra biri geldi pikabıyla bizi hastaneye götürdü.
“Eşimle birlikte hastaneye girer girmez AKP’li vekil Yıldız’ın yakınları bize saldırdı. Hastanenin içine girer girmez 20 erkek etrafını sardı. Serum şişesinin asıldığı demirlerle kafasına vurdular. Vuruyorlardı. Kanlar içinde kaldı. Ellerinden almaya çalıştım; sağa gittim, sola gittim boş. Hiçbir şey yapamadım, alamadım. Polis oradan uzaklaştı. Hastanenin dışına gitti. Sadece bir polis orada bekliyordu. Ben gittim o polisin yakasına yapıştım ona ‘Siz nasıl bir hükümetsiniz, öldürdüler, adamı öldürdüler, gel kurtar’ dedim yerinden kıpırdamadı. Yerinden sarstım ‘Nasıl bir devletsiniz, öldürdüler’ dedim. Polis ne yerinden kıpırdadı ne de konuştu.
“Linç ettiler sonra da kafasına kurşun sıktılar. Kafasına kurşun sıkanı görsem tanırım. Sonrasında kendimi kayıp etmiştim, çocuklarımın arkadaşlarından biri geldi beni oradan götürdü. Oradan nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Nasıl linç edildiğini, nasıl öldürüldüğünü gördüm. Sonrasını hatırlamıyorum. Biri vardı ‘İlla ki seni öldüreceğim’ diyordu, bırakmadı. Bu kişinin saçları kısaydı. Yüzü dolgundu, top yüzlü biriydi. Resmini dahi görsem tanırım.” (http://gazetekarinca.com/2018/06/suructa-cocuklariyla-oldurulen-senyasarin-esi-ve-ablasi-yasananlarin-perde-arkasini-anlatti)/)
TTB açıklaması ve otopsiler
Türk Tabipler Birliği tarafından yapılan resmi açıklama, anne Şenyaşar’ın söyledikleriyle örtüşüyor. TTB, çarşıda meydana gelen çatışmadan sonra saldırıların Suruç Devlet Hastanesi’nin içinde de devam ettiğini ve ölümlerden ikisinin hastanede gerçekleştiğini bildirdi. TTB’nin açıklamasında ayrıca, yaralıların çevredeki devlet hastanelerine sevkinin engellenmesi için 112 ambulanslarının hizmet vermesinin de önlendiği ve başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanlarının güvenliğinin sağlanamadığı bilgilerine de yer verildi. (http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=f94e367e-6ffe-11e8-8f08-7c307bdbd6a0)
Olaya dair ön otopsi raporları da insanın kanını donduruyor. Buna göre adli tıp ekipleri:
- Celal Şenyaşar’ın vücuduna 6 adet farklı çaplarda ateşli silah mermi çekirdeğinin bitişik mesafeden yapılan atışlar sonucu isabet ettiğini;
- Adil Şenyaşar’ın vücudunun 14 bölgeden kesici, delici ve sert cisimlerle darp edildiğini, Şenyaşar’ın vücuduna 17 tane farklı çaplarda silah mermisinin isabet ettiğini, mermilerden sadece ikisinin uzaktan atıldığını ve diğer tüm atışların bitişik mesafeden yapıldığını;
- Esvet Şenyaşar’ın vücudunun 7 hayati bölgesinde kesici aletlerle büyük çapta yaralar oluştuğunu ve bunun yanı sıra vucüdunda 23 noktada öldürücü nitelikte olmayan yaranın olduğunu…
tesbit etmiş bulunuyor. (http://t24.com.tr/haber/suructa-on-otopsi-raporlarina-ulasildi-senyasar-kardesler-23-mermiyle-baba-kesici-aletlerle-olduruldu,655730)
Siyasi kavganın bir tarafı olarak medya
Bütün tanıklar ve belgeler, iki kişinin hastanede vahşice katledildiğini gösteriyor. Ancak ana-akım medya, o iki kişinin başına gelenlere hiçbir alâka göstermedi, konuya dair hiçbir bilgiye yer vermedi. Çünkü Suruç’ta medya, karşı karşıya gelen iki siyasi taraftan birinin kimliğine büründü. İktidarın etiketini göğsüne yapıştırdı ve oradan gelen iddiaları herhangi bir süzgeçten geçirmeden gerçeğin kendisiymiş gibi sundu. Kendini siyasi kavganın bir tarafı olarak konumlandırdı ve bunun doğal bir sonucu olarak da olayı — gönüllü olarak – çarpıttı. İnsanların merak ettiği ve akıllarına takılan hiçbir sorunun peşinden gitmedi, kendini gerçeğin üzerine örtmeye vakfetti.
Elbette bunun bir bedeli olacaktı, oldu da. Söz konusu medya, zaten düşük olan kredisini büsbütün kaybetti. İnsanlar Suruç’ta ne olup bittiğini öğrenmek için bu medyaya bakmadılar, oradan gelen hiçbir habere itibar etmediler. Yüzlerini yerel kaynaklara ve yabancı basına çevirdiler, Bu tablo yeterince utanç verici olsa gerektir.
Bir sonraki yazıda hükümetin Suruç olayına yaklaşımını ele alacağım.