HDP/DBP’li belediye başkanları görevlerinden alınıp yerlerine kayyumlar atandığında, hemen tüm kayyumların yaptığı ilk iş, belediye binalarındaki Kürtçe tabelaları sökmek olmuştu. Hareketlerine bir “fetih” duygusunun yön verdiği aşikârdı. Geldiklerini, belediyeyi el geçirdiklerini (!) dosta düşmana duyurmak istiyorlardı. Tabelalar üzerinden bunu kolay ve çarpıcı bir şekilde gösterebilirlerdi. Kimi kayyum astırdığı yeni tabelada Kürtçeyi sildi. Kimi kayyum üç dilli tabelaları iki dile indirdi. Kimi kayyum Türkçe ismi büyük Kürtçe ismi ise daha küçük punto ile yazarak mesajını verdi.
Zavallılığın bir ifadesiydi bu. Ve iki noktaya işaret ediyordu bu zavallılık. İlki bürokratik zihniyetin değişmesinin ne denli güç olduğunu gösteriyordu. Dünya nereye giderse gitsin, memleket ne tür bir dönüşümden geçerse geçsin, bürokratlar bunlardan bihaber kalmayı beceriyordu. Ellerine fırsat geçtiği anda mevzuat hazretlerinin arkasına geçip hakları ve özgürlükleri budamaktan geri kalmıyorlardı.
İkincisi, bu aslında Kürtçeye karşı direncin ne kadar canlı olduğunu gösteriyordu. Elbette salt Kürtçe değildi sorun; bürokrasi genel olarak farklı kültürlerden hazzetmezdi — ama yine de asıl hedef Kürtçe idi. Tabeladaki Kürtçenin ne terörle ne şiddetle bir alakası vardı. Lakin bizatihi Kürtçe olması sorundu. Tabelalar onun için indiriliyordu; gerisi hikâyeydi.
“Milli irade”
İnsanlar farkındaydı bunun. Öne sürülen birtakım gerekçelerin dolgu malzemesinden öte bir mana taşımadığını biliyorlardı. Rahatsız oldular, bunu dile getirdiler. Bir şekilde Ankara’ya da ulaştı bu sesler. İçişleri Bakanı “Kürtçe ile bir sorunumuz yoktur, Kürtçe bizim de dilimizdir” diye tepki gösterince kayyumların hummalı tabela çalışmaları bıçakla kesilir gibi kesildi.
Nihayetinde bürokrasi emir ve talimatla çalışırdı. Ankara’nın emri kulaklara çalınınca artık hiçbir kayyum tabelalara ilişmez oldu. İndirilen tabelalar da zamanla usul usul yerine kondu.
Şimdilerde kayyumların yine harekete geçtikleri görülüyor. İlk haber Van-Çatak’tan geldi. DBP’li belediye yönetimi daha önce bir parka eski Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin adını vermiş. Çatak’a atanan kayyum ise Elçi’nin adını kaldırmış; parka “Şehit Geçici Korucu Ali Ongun” adını koymuş.
Çatak’takine benzer bir isim değiştirme vakası da Doğubayazıt’ta yaşandı. İlçe belediyesine atanan kayyum, halk arasında “Çarşı Caddesi” olarak bilinen ve DBP’li yönetim tarafından İsmail Beşikçi’nin ismi verilen caddenin isminden rahatsız olmuş. Onun yerine “İnegöl” ismini uygun görmüş.
Kör parmağım gözüne
Parkların ya da caddelerin adlarının değiştirilmesi başlı başına bir sorun. Burada sorunu katmerli kılan, kayyumların demokratik bir meşruiyet sahip olmamaları. Kayyumlar halk tarafından seçilmemiş. Mekânlara verilecek isimleri belediye meclislerinde tartışmamış. Atama ile iş yapan birer memur olarak gelmişler ve kerameti kendinden menkul emirlerle seçilmişlerin tasarrufunu ortadan kaldırmışlar. Merak ediyorum; sabah akşam “milli irade” söylevi çekenler bu konuda ne düşünür? Acaba kayyumların tavrı iktidarın dilinden düşürmediği “milli irade” ile ne kadar uyuşur? Yoksa bir “irade” sadece lehimize işlediğinde mi “milli” olur? Bu, şimdilik bir tarafta dursun.
Daha vahim bir husus var: O da kayyumların isim seçimleridir. Bilhassa Çatak’taki. Elçi’nin adını kaldırıp bir köy korucusunun adını vermekteki gaye belli: Elçi’yi bir şekilde “terör” ile ilişkilendirmek; bunun üzerinden “karşıt” bir pozisyon edinmek ve ne kadar gözü pek vatanperver olduğunu göstermek!
Sonradan öğreniyoruz ki kayyumun zaten “kör parmağım gözüne” bir tavrı varmış. Mesela göreve ilk başladığında da, ilçe merkezinden geçen ve DBP’li yönetimin gökkuşağı renklerine boyadığı Çatak Çayı’nın etrafındaki korkulukları kırmız-beyaz renge boyatmış. Böylece yıkıcı bir faaliyetin önüne geçmiş, renkler üzerinden birlik ve bütünlüğü temin etmiş.
Valla “komik” diyeceğim ama bunun meselenin “trajik” boyutunu örteceğinden korkuyorum, o nedenle demiyorum!
Tabela tamam, ya bellek?
Diyarbakır Barosu mezkûr hadiseden sonra bir basın açıklaması yayınladı:
“Av. Tahir Elçi; hukuka, insan haklarına ve tarihi/kültürel değerlere çok önemli katkılar sunmuş bir hukukçu ve entelektüeldi. Tam da bu sebeplerle Av. Tahir Elçi'nin ismi birçok şehirde sokaklara, caddelere, parklara ve başkaca mekânlara verilmiştir.
“Kuşkusuz buradaki amaç Av. Tahir Elçi'ye duyulan vefayı göstermek ve toplumsal belleği canlı tutmak olmuştur. Tüm bunlar gözetilmeden İçişleri Bakanlığınca atanan bir kamu görevlisinin toplumsal, insani ve vicdani değerleri hiçe sayarak yapmış olduğu bu idari tasarruf, her şeyden önce hukuka, insan haklarına, tarihi/kültürel değerlere apaçık bir saldırı olduğu gibi, Av. Tahir Elçi'nin manevi şahsiyetine de saygısızlıktır.
“Diyarbakır Barosu, ebedi başkanı Av. Tahir Elçi'nin şahsında bu değerlere yapılan saldırıyı kabul edilemez bulmakta, İçişleri Bakanlığı'nı bir an önce bu yanlıştan dönmeye davet etmektedir. Tüm kamu otoriteleri ve İçişleri Bakanlığı'nın Av. Tahir Elçi ile ilgili öncelikli görevi Av. Tahir Elçi'yi katleden fail/faillerin bir an önce ortaya çıkartılmasıdır, Av. Tahir Elçi'yi belleklerden silmeye çalışmak değildir. Diyarbakır Barosu ve kamuoyu Av. Tahir Elçi isminin yarattığı ‘rahatsızlığın’ sebebini ve bu değişikliğin amacını merak etmektedir.”
Tabelalardan silmekle ne Elçi’yi ne de Beşikçi’yi hafızalardan silebilirsiniz.
Sadece yaptığınız ayıpla kalırsınız!