Her seçimde, olası sonuçlar üzerine merak, tahmin ve iddialaşmalar yaşanır ama bu kez durum farklı. Hem ittifakların varlığı, hem Cumhurbaşkanlığı ile parlamentonun aynı gün farklı pusulalarla seçileceği nedeniyle güçler dağılımını kestirebilmek iyice zorlaştı.
Yıllardır kimlikler üzerinden taraflaşmaya alışmış seçmen algısına uygun düşmeyen şaşırtıcı efektlerle yüklü kümeleşmeler oluştu. Baraj engeli, ittifak partileri bakımından fiilen kalktı. Bütün bunlar kadar önemli bir başka şey daha var kanımca: Türkiye, tarihinin en yaygın “tercih çarpıtmasına” tanık olacak. “Stratejik oy” diye kavramsallaştırılan, aslında kendi öncelikli seçimi olmayan partiye oy kullanan seçmen sayısında patlama yaşanacak.
Bunlar, seçim sonuçlarını öngörülebilir olmaktan uzaklaştıran faktörler.
Konuyla ilgili son yazılardan birisini Alper Görmüş kaleme aldı (“HDP’nin oyları şaşırtıcı yükseklikte olacak” serbestiyet 18.06.2018). Alper Görmüş bu yazısında, aslında birinci tercihi HDP olmayan, hatta HDP’ye oy atmayı rahatsız edici bulan CHP eğilimli seçmenlerin bir kısmının stratejik bir akıl kullanarak HDP’nin baraj üstünde kalmasını sağlamak amacıyla bu partiyi destekleyeceği tahmininde bulunuyor. Böylelikle HDP’nin %13’ün üstüne çıkabileceğini ileri sürüyor (üstelik bu tercih çarpıtmasının önemsiz boyutta kalacağını düşünen Vahap Coşkun’la gıyabında iddiaya da giriyor)…
Doğrusu bu bir iddia ise, ben de Alper Görmüş tarafında kalıyorum. Benim de öngörüm HDP’nin laik-Türk seçmenden alacağı oyun bu parti açısından tarihi bir rekora karşılık geleceğidir. Zira tam da Görmüş’ün dediği gibi, esasen CHP’li profiline oturan bu seçmen tipinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi ilk adayı İnce’ye oy atacak olması, benimsemediği bir partiye sırf strateji gereği tercih kullanmasını vicdanen ve kimlik duygusu açısından daha katlanılır hale getiriyor. Dahası HDP’nin baraj altında kalmasının “Cumhur İttifakının” parlamentoda çoğunluğu kazanması demek olduğunu herkes biliyor ve bunun AKP karşıtları için çok önemli bir fırsatın kaçırılması anlamına geldiği açık.
Kuşkusuz HDP’nin alacağı sonucun önemini iktidar da görüyor. Son günlerde köpürtülen Kandil, Menbiç operasyonlarının yaklaşan seçimlerden bağımsız olduğunu düşünenler var mıdır bilemem. Sadece beka sorununu hatırlatmasına, terörü ezme iradesinin yalnızca bu iktidarda olduğu mesajının aktarılmasına değil, aynı zamanda mağdur gösterilen HDP’nin kriminal kimliğine işaret edilmesine de hizmet ettiği açık bir eylem/söylem sokuldu tedavüle. Fakat bütün bu tür seçim yatırımlarının, gerçekten iktidarın umduğu faydayı sağlayıp sağlayamayacağı da biraz meçhul kanımca. Çünkü bu hamlelerin, (aynen; bedava kekler, vergi yapılandırması, emekli ikramiyesi, imar affı ve benzeri gibi) tam boy bir seçim siyaseti olduğu; kazanmak için masaya her şeyin sürüldüğü, bence seçmen tarafından yaygın olarak seziliyor. Bunun anlaşılmaması imkânsız. Fakat olup biteni anlamak başka, onaylayıp onaylamamak başka.
Bence, bu tür seçim siyasetleri çekirdek seçmenler üzerinde olumsuz etki yapmaz. Yani, AKP seçmeni bunun bir seçim yatırımı olduğunu herkes gibi fark eder; fakat buna bir itirazı olmaz, haklı bulur. Asıl soru, tarafsız, kararsız seçmen ne düşünür böyle her adımını seçime ayarlamış bir iktidar görüntüsü karşısında. Buna cevap vermek zor; benim kanaatim iktidarın telaş yaşadığı izlenimine kapılanlar ve umulan desteği vermeyenler çoğunlukta kalabilir bu kesimde.
Sonuçta ben de Alper Görmüş gibi, HDP’nin %13’lerin üzerinde bir destekle barajı aşacağını düşünüyorum. Bir tek şartla; o da, Kürt şehirlerinde Kasım 2015 seçimlerindeki oy oranını koruyor olması… Bunda ciddi bir aşınma varsa o zaman zorlanabilir.
Şunu da açık yüreklilikle yazmak isterim. Hiçbir partiye özel bir yakınlığım, belirgin bir sempatim yok. Bu, HDP için de fazlasıyla geçerli. Hiçbir dönem bu partiye oy vermedim. Çözüm sürecindeki yalpalamalarını; Haziran seçimlerine giderken AKP ve Erdoğan’ı bir çözüm partneri değil, mutlaka yıkılması gereken karşıt bir güç olarak tanımladığı siyasi söylemini; seçimlerden sonra MHP-CHP koalisyonunu dışarıdan destekleyebileceğini ama asla AKP ile çözüm ortaklığına girmeyeceğini deklare eden çizgisini ve nihayet bütün bunların altında yatan esas nedeni ifşa eden, Kandil’in Türkiye içi çözüm çizgisini çok ağır ve kanlı sonuçlar pahasına terk edişi sırasında oynadığı rolü, tutarsız, ikircikli tavrı hiç onaylamadım, nefesim yettiği kadar eleştirdim.
Şu parantezi de geçerken açayım: Yukarıda saydığım ve çok kötü bulduğum siyaset, çözüm sürecinin çöküşünde Erdoğan’ın da payının olduğu gerçeğini değiştirmez. Haziran seçim sonuçlarını Erdoğan’ın nasıl okuduğuna ve “B” planının ne olduğuna bu ülke takip eden dönemde tanık oldu. O günlerden bugünlere, MHP ile arasındaki sınırları kaldıran bir ideolojik-politik evrim yaşandı Erdoğan’da. İş, Barzani’nin bağımsızlık referandumunda onu azarlamaya, tehdit etmeye kadar gitti. Bahçeli ile tam bir dil birliği oluştu.
Parantezi kapatıyorum.
Bu seçimde HDP’nin barajı aşacağını tahmin etmekle kalmıyorum, bunun gerçekleşmesini de istiyorum. Bunu, temsilde adalet için istiyorum. Milyonlarca seçmenin oyunun seçtiği partiye değil tam tersine hiç sevmediği bir partiye yazılmasının o insanlara gerçekten hakaret olduğu ve bu adaletsizlik üzerine bir siyasi düzen kurulamayacağı için istiyorum. Her partinin hak ettiği kadar milletvekili ile Meclis’e girmesini yalnız adil olduğu için değil, aynı zamanda barış umutları ve istikrar için gerekli gördüğüm için istiyorum. Kürt sorununun eninde sonunda ancak savaş dışı yollarla çözülebileceğine inandığım için bunu istiyorum.
Bir tahminim ve dileğim daha var.
Onu da bir sonraki yazıya saklayayım.