Ana SayfaYazarlarTarsus Amerikan Kolejinin bahçesindeki mezar

Tarsus Amerikan Kolejinin bahçesindeki mezar

Tarsus'tayım. Çocukluğumun ve ilkgençliğimin şehri. Her zaman büyük bir sevgiyle bağlı olduğum, tarihi kentim Tarsus.

 

Tarsus Amerikan Koleji(TAC) mezunu, şu anda okulun doktorluğunu yapan Ali Cerrahoğlu, "Haydi abi okula gidelim" der demez, konakladığımız  Elif Hanım Konağı'ndan hızla hareket ettik.

 

1957-58 okul döneminde girdiğim ve dört yıl okuduğum TAC'ın, benim üzerimde, Tarsus'un bir parçası olmasının ötesinde, derin izleri var.

 

Okulun demir parmaklıklı kapısında girerken, 'kolej' tarihinin unutulmaz isimlerinden kapıcı Giritli Hüseyin Ağa'yı andım. Sonra arşivden bir fotoğrafını buldum. Paylaşıyorum.

 

Kozacıoğlu Çırçır Fabrikası, okulun karşı tarafındaydı.

 

Okulu yöneten SEV(Sağlık ve Eğitim Vakfı), fabrikanın arazisini satın almış, içine yatakhane, ana okulu, 650 kişilik konferans salonu ve bir büyük kapalı spora salonu yaptırmış. 

Dünyayı öğrenmemde önemli rolü olan okul kütüphanesi, tarihi Stickler binasının bodrum katına taşınmış.

 

Mezar duruyor

 

Benim bu ziyaretimde asıl görmek istediğim, okulun bahçesindeki mezardı. O mezarın, okulumuzun, şehrimizin tarihiyle güçlü bir bağı var. Bir çok olayı (yıllar sonra) anlamama da bu mezar yol açmıştır.

 

Geçtiğimiz yıllarda, okul mezunlarının web sitesinde, "bir tuğla da sen al" kampanyası sırasında, "1909 acı olayları sırasında yaşamını yitiren ve okulu bahçesinde mezarı olan Daniel Miner Rogers için de bir tuğla alalım" yazısını okuyunca, araştırmaya başladım.

 

1909 olaylarından kasıt, Adana'daki Ermeni katliamı… Tarsus'la ne ilgisi var, onu bilmiyordum. Merakımın sonunda, okulun, o günleri yaşamış genç öğretmenlerinden Helen Davenport Gibbons'un kitabını buldum:"The Red Rugs of Tarsus"(Tarsus'un Kırmızı Kilimleri).

 

İnternetten kitabı indirdim. Türkçeye çevrilmesini, yayınlanmasını sağladım. O kitap, bu mezarın öyküsünü de içeriyor. 15 Nisan'da başlayan ve günler süren 1909 katliamında, Adana'nın Ermeni mahalleleri yer ile yeksan olmuştu. Binlerce Ermeni öldürülmüştü.

 

 

Tarsus'ta öğretmenlik yapan bir grup Amerikalı, bir nedenle Adana'daydılar. Saldırganlar bu öğretmenlerden birisini öldürmüşler. Olaylar Tarsus'a da sıçramış, 400 civarında Ermeni Tarsus'ta yaşamını yitirmiş. Adana'da öldürülen Daniel Miner Rogers, o tarihte, kolejin bahçesine gömülmüştü. Bizim öğrencilik yıllarımızda, bahçe içindeki o mezarı hayal meyal hatırlıyordum.

 

Mezar, bir binanın yanıbaşında çok dikat çekmeyen şekilde duruyordu. Başucundaki taşın üzerinde şunlar yazıyor: "Daniel Miner Rogers, Amerikan Board misyoneri. Doğumu ABD, New Britain, Connecticut, 25 Nisan 1882, Adana'da şehit edilmesi 15 Nisan 1909."

 

Tarsus'un Kırmızı Kilimleri(Pencere yayınları) kitabında, okulun öğretmenlerinden Helen D. Gibbons, o günü(16 Nisan 1909) annesine yazdığı mektupta şöyle anlatmıştı: "Çalışma odamızın penceresinden Toroslar'a uzanan Kilikya(Çukurova) Ovası'nı görebiliyorum. Bugün Ova, muazzam bir Türk halısı gibi görünüyor. Adeta bir renk, gelincik ve yaban süseni ve başka bahar çiçekleri curcunası. Türk halılarında niye kırmızının hakim olduğunu hiç düşündün mü?

 

Gece Adana'ya giden trenin gece Yenice'den geri dönmüş olduğunu öğrendik.(…) katliamın eli kulağında gözüküyor…"

 

Gibbons, bu olaylar sırasında Adana'da olan eşi( sonra ünlü bir tarihçi olan) Herbert'ten ve onunla birlikte bulunan üç Amerikalı erkeğin akıbetinden, bir gün sonra haberdar olur:

 

"Dönüp çift kanatlı kapıya doğru baktığımda Herbert'in orada dikili olduğunu gördüm.(…) sol elini sağ elimin içine aldım ve öbür elimle yüzüne dokundum. Sıcaktı. 'Miner Rogers nerede?', 'O öldü' diye cevapladı…"

 

İşte o mezar, bu olayın anısına, yüz yıldan fazla bir zamandır, okulun bahçesinde duruyor. Miner Rogers'ın o günlerde yeni doğmuş bebeği Mary de, henüz hiçbir şeyden haberdar olmadan hayata başlamıştı.

 

"Tarsus Benim"

 

 

Sema Çiğdem Kozan öncülüğünde, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir ekip, tarihi Tarsus'un değerlerine sahip çıkmaya ve onları paylaşmaya karar vermişler.

 

"Tarsus Benim" kampanyası, kenti tanıtmayı amaçlıyor. Dünyanın en eski kentlerinden, değişik kültürlerin bir arada yaşayıp varolduğu Tarsus, iki il merkezinin(Adana-Mersin) arasında sıkışıp kalmış bir kent.

 

1960'larda bizim çocukluğumuz döneminde, Tarsus, Türkiye'nin en zengin kentlerindendi. Pamuk üretimi, çırçır fabrikaları ve tekstil fabrikalarıyla, büyüyen, gelişen, umutlu bir kentti.

 

Son yıllarda pamuk üretimi kayboldu, ona bağlı tekstil üretimi de bitti. Onlarca çırçır fabrikası kapandı. Şehir bu değişimin ardından ayakta kalmaya, yeni bir dinamizm kazanmaya çalışıyor. Zeytincilik, üzümcülük, nar, mısır gibi tarıma dayalı yeni çıkış yollarının yanında, hiç şüphesiz kentin en büyük gücü, tarihi zenginliği.

 

"Tarsus Benim" ekibi, işte bu amaçla bir araya gelmiş. Şehrin merkezinde, hala ayakta kalan ve ilgi isteyen tarihi konakları, butik otellere dönüştürme gayreti, sürüyor.

Yeşim Sancaktar İçgören'in yönettiği Elif Hanım Konağı, bu çabanın ilk örneklerinden.

 

Donuktaş'tan Eski Cami'ye

 

Tarsus'ta yoğun bir gün geçirdim. "Altından Geçme" dediğimiz eski Roma hamamının yanından geçerek güne başladık. Rehberimiz Hakan Erkul yol göstericiliğinde, Donuktaş diye bildiğimiz Tekke mahalesindeki anıtmezarın öyküsünü yıllar sonra yeniden öğrenmek fırsatını, gezme imkanını buldum. Dev Roma tapınağı, bütün haşmetiyle ve bakımsızlığıyla, tarihe, zamana meydan okuyor.

 

Adana yolundaki Eski Cami'nin önünde durduk. Geçmişte bir Ermeni kilisesiydi. Kilikya Ermeni İmparatoru 1.Leon'un, 1196'da burada taç giydiği anlatılır. Bin yıla yakın tarihe sahip bir yapıdan söz ediyoruz. Hala ayakta ve kullanılıyor olması, heyecan verici…

 

Tarsus yolculuğuna başlayınca bitirmek mümkün değil.

 

Bugünü burada noktalıyorum. Yarın, Şelale, Esbah-ı Kehf, çocukluğumun geçtiği Tabakhane mahallesinin hala o günlerden bugünlere değişmeden duran sokaklarında, eski günleri andığım yolculuğum, (benim kişisel tarihim açısından da özel anlam taşıyan)  dedemin ortağı Agop amcanın oğlu, hala Tarsus'ta esnaflık yapan Arşak Göçeroğlu'yla karşılaşmamız… Seher kitabevinin sahibi Selçuk Togo'yla karşılaşma, dedemin dükkanının hala yıkık dökük haliyle duran varlığı, babası Ali Boltaç'tan devraldığı zeytinciliği sürdüren arkadaşım Sadık…

 

Tabii Tarsus mutfağı…

 

Bunlar da yarına…  

- Advertisment -