Bizde “devlet memuru” olmak çok makbuldür. Her zaman böyleydi bu. Gerçi daima maaşlardan şikâyet edilir, tatmin edici bulunmaz. Ama yine de “devlete kapağı atmak” insanlara kendini güven altında hissettirir. Büyük bir kaza-belâ olmazsa işini kaybetmeyeceğini bilmek, insanlara iyi gelir. Dolayısıyla devlet dairesine rağbet hep yüksek olur.
Bu yüzden, hükümetin taşeron firmalarda çalışan işçileri devlet kadrolarına alacağını açıklaması, kamuoyundan takdir aldı ve genel bir sevinç dalgası yarattı. Aslında uzun süredir gündemde olan bir konuydu bu. Muhalefet partileri bu mevzuyu sürekli gündemde tutuyordu. Hükümeti, işçileri taşeron firmaların zulmünden kurtaracak bir düzenleme yapmaya çağırıyorlardı. Halkta bu çağrının bir karşılığı vardı; hükümet de bunu gördü ve sonunda bir düzenleme yapma kararı aldı.
Hükümetin kararı bir “müjde” gibi sunuldu. Verilen intiba — özetle — şuydu: Formalite niteliğinde bir sınav yapılacak; ardından, taşeron firmalarda çalışan bütün işçiler devlet kadrolarına atanacaktı. Böylece işçilerin kaderi firma sahiplerinin iki dudağının arasından çıkarılacak; nihayet devlet teminatına kavuşan işçiler rahat ve huzura erecekti.
“Hukuki cinlik”
Fakat hükümet bu düzenlemeyi getirirken bir “hukuki cinlik” yaptı. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun (DMK) 48. maddesi, devlet memurluğuna alınmadaki genel ve özel şartları düzenler. Hükümet, 676 sayılı OHAL KHK’sının 74. maddesiyle bu şartlara bir yenisini ekledi. Devlet memurluğuna alınacak adaylar hakkında “güvenlik soruşturması” ve “arşiv araştırması”nın yapılması şartını getirdi.
“Güvenlik soruşturması tamam dai arşiv araştırması ne?” diye sorarsanız, o da şu: Arşiv araştırması adı altında, kişinin kolluk kuvvetleri tarafından aranıp aranmadığı, mahkûmiyet durumu, devam eden dâvâsının olup olmadığı, kolluk kuvvetlerinde ya da istihbarat birimlerinde bir “ilişiği”nin bulunup bulunmadığı soruşturuluyor. Keza bu araştırmada sadece o kişiye ait değil, annesi, babası, eşi ve 18 yaşından büyük kardeşlerine dair bilgiler de yer alıyor.
Yani siz pirüpak olabilirsiniz. Hakkınızda herhangi bir dâvâ, mahkûmiyet ya da “tehlike” arz eden bir kişi olduğunuza dair bir bilgi bulunmayabilir. Adli sicil kaydınız tertemiz olabilir. Ama bu, kadroya atanmanıza yetmez. Eğer ailenizden birinde bir “arıza” çıkar ya da sizin ileride bir “arıza” çıkarma ihtimaliniz olduğuna kanaat getirilirse, arşiv araştırmasından çakarsınız. O vakit, bırakın kadroya atanmayı, elinizdeki işten de olursunuz.
Kadro hayali kurarken işinden olmak
Diyarbakır’da olan aynen bu! Kadroya atanmayı bekleyen tam 722 işçinin işine — güvenlik soruşturmasından geçemedikleri gerekçesiyle — son verilmiş. Bağlar Belediyesi’nde 255, Büyükşehir Belediyesi’nde 242, DİSKİ’de 76, Ergani Belediyesi’nde 56, Yenişehir Belediyesi’nde 46, Sur Belediyesi’nde 42, Kulp Belediyesi’nde 6, Hani ve Hazro Belediyelerinde ise 5’er işçi kapının önüne konmuş. (http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-43697760?ocid=socialflow_twitter)
Bu işçiler bulundukları kurumlara, belediyelere yıllardır hizmet veriyor. Haklarında idari ya da cezai bir işlem yapılmış değil. Adli sicillerinde, çalışmalarına mani bir kayıt bulunmuyor. Güvenliği ihlâl ettikleri ya da bir “tehdit” veya bir “tehlike” oluşturduklarına dair bir veri de yok.
Bu insanlar alın teri döküyor. Asgari ücret mesabesinde para alıyor. Büyük bir hayat mücadelesi içinde ailelerini geçindirmeye uğraşıyorlar.
Alma mazlumun âhını!
Onlara yapılanın ne hukukta ne vicdanda bir yeri var. Bunun hukuk içinde konuşulabilecek ya da hukuki olarak nitelendirilebilecek hiçbir tarafı yok. Hiçbir vicdan da bunu kabul etmez. İşçiler baştan aşağı keyfi, gayri-hukuki ve vicdansız bir uygulamaya tabi tutuluyor.
Yazıktır, ayıptır, günahtır!
Fakir fukaranın lokmasına göz konulmaz, ekmeğine el uzatılmaz, rızkıyla oynanmaz.
Ne zaman olur bilmem, ama mazlumun âhını alan, eninde sonunda o âhın altında kalır.