Görünen o ki, Trump yönetimi söz konusu olduğunda, artık herhangi bir gelişmeyi “beklenmedik” olarak tanımlamanın pek bir anlamı yok. İki yılı deviren Trump iktidarında, her an her şey olabilir. En sarsılmaz görünen siyasi meselelerde dahi Trump bir tweet ile bütün planlamaları boşa çıkarabilir, sonra tekrardan eski konumuna dönebilir veya durumu esnetebilir.
Suriye’de son üç haftadır olan biten de bunun bir özeti gibi. Trump, 19 Aralık’ta birden “Suriye’den çıkıyoruz” dedi. Washington’da müesses nizamın devreleri yandı. Çünkü bu kararın tatbiki, uzun süredir yaptıkları bütün yatırımların yanıp kül olması demekti. Ama Trump ısrarlıydı; Başkan’ın dediği dedik, çaldığı düdüktü. Suriye’den çıkılacak ve askerler mümkün olan en kısa zamanda evlerine geri döneceklerdi.
Ancak vakit geçtikçe tabloda değişim emareleri ortaya çıktı. Beyaz Saray ve Pentagon’da hummalı bir çalışma başladı. Trump’ı ikna etmek için muhtemelen yoğun saatler harcandı. Neticede, Trump’ın çekilme kararındaki bu “kesinlik” halinde bir yumuşama görüldü. ABD, önce çekilmenin hemen gerçekleşemeyeceğini ve zamana yayılacağını bildirdi. Ardından, çekilmeyi koşullara bağladı.
Muhtelif koşullar
Koşullar da muhtelif. Her açıklamada farklı koşullar telâffuz ediliyor. Meselâ ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bir keresinde, şart olarak, IŞİD ile etkin mücadelenin sürdürülmesini ve Suriye’deki İran’ın nüfuzunun kırılmasını ileri sürdü. Bir keresinde ise ABD’nin Suriye siyasetinin odağında “Türkiye’nin Kürtleri katletmesini önlemek ve Hıristiyanları korumak” olduğunu açıkladı.
Kesin ve çabuk çekilmenin yerini şartlı çekilmeye bırakmasının arka planında birçok neden sıralanabilir elbette. Bununla birlikte, bu nedenlerden ikisinin diğerlerine nazaran daha fazla ağırlık taşıdığı kanaatindeyim:
İlki, Menbiç’te görüldüğü gibi, ABD’den doğacak olan boşluğun Rusya destekli Suriye ordusunca doldurulması ve doldurulacak olmasıdır. Rusya’nın Suriye’de zaten var olan gücünü daha da pekiştirecek bu vaziyet, ABD’de bilhassa Pentagon çevrelerinde tüyleri diken diken ediyor.
İkincisi ise, ABD’nin çekilme kararının ilânından sonra Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG), Türkiye’nin müdahalesini engellemek için, vakit kaybetmeden Rusya ve Suriye rejimi ile sıcak temasa geçmesidir. SDG yetkililerinin beyanatlarında öne çıkan iki nokta var. Biri, Türkiye’ye karşı sınırları koruması için Suriye ordusuna davetiye çıkarılmasıdır. Diğeri ise, anlaşma olması halinde SDG’nin Suriye ordusuna dâhil edilmesidir.
Arabuluculuk, kolaylaştırıcılık, garantörlük
Gerek Arap gerek Batı medyasında, SDG’lilerin Rus ve Suriye yönetimleriyle pazarlığa oturduğuna dair ciddi haberler yer alıyor. Mevcut durumda Rusya’nın konumu “arabuluculuk” ve/veya “kolaylaştırıcılık” olarak nitelenebilir. Eğer Suriye ve SDG bir mutabakata varabilirlerse, SDG Rusya’dan anlaşmanın “garantörü” olmasını da talep edecek.
Patenti kendisinde olan SDG’nin Suriye ve Rusya ile böyle içli dışlı olması, ABD’nin çıkarlarına ters düşüyor. Zira SDG’yi SDG yapan ABD oldu. ABD, Türkiye’ye rağmen, SDG’ye hem askeri hem de siyasi olarak büyük bir destek verdi, eğitti ve silâhlandırdı. Böylece SDG, Suriye’de dikkate alınması gereken bir güce erişti. Şimdi kendisinin var ettiği bu gücün elinin içinden rakip gördüğü bir bloka kayıp gitmesi ABD açısından bir fiyasko mânâsına gelir.
Beri taraftan, SDG’nin Suriye ve Rusya’nın angajmanına girmesi ABD’nin sahadaki gücünü kıracağı gibi, Suriye’nin geleceğini tâyin edecek masadaki belirleyiciliğini de azaltır. Dolayısıyla SDG’nin bütünüyle Suriye ve Rusya’nın dümen suyuna girmesine karşı ABD’de kaşlar kalkıyor. Nitekim ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, ABD’nin Suriye’deki stratejisi netleşinceye kadar Esed ile bir anlaşmadan uzak durması noktasında SDG’ye uyarıda bulundu.
ABD’nin üç hattı
Suriye’de ipleri ellerine aldıkları görülen Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ve Özel Temsilci Jeffrey’in gerek kendi ifadelerinden, gerekse meseleye bakış tarzlarından hareketle, ABD’nin Suriye politikasının üç hattan ilerleyeceği söylenebilir:
1. IŞİD ile keskin mücadele sürecek. Ana rol Türkiye’ye verilecek. Wall Street Journal’a (WSJ) konuşan ABD’li yetkililere göre, Türkiye IŞİD’le mücadele etmek için ABD’den askeri yardım, hava bombardımanı ve lojistik yardım istiyor. Buna mukabil ABD de Türkiye’den SDG bölgelerine operasyon yapmamasını talep ediyor.
2. İran’ın Suriye’de özellikle petrol bölgelerini kontrol altına almasına ve oradan güç devşirmesine müsaade edilmeyecek. Türkiye’nin IŞİD ile mücadelede öne çıkarılmasının bir nedeni de, İran’ı dengelemek olsa gerek. Pompeo’nun Ürdün’de yaptığı “Suriye’den çekilecek olmamız İran tehlikesini bertaraf etme kapasitemizi olumsuz yönde etkilemeyecek” minvalindeki beyanı da bu resmin içine oturtulabilir.
3. Türkiye ile SDG arasında bir çatışmanın çıkmasını önlemeye çalışacak. Bunun için de üzerinde çalışılan üç konu var:
(a) ABD’nin çekilme sürecini Türkiye ile koordineli bir şekilde yürütmesi.
(b) Suriye’nin kuzeyinde iktidarın paylaşımını öngören bir yapının kurulması; WSJ, Jeffrey’in bu amaca binaen bir harita hazırladığının haberini verdi.
(c) Kısa vâdede olmasa da orta vâdede, Türkiye ile SDG’nin bir uzlaşma zeminine çekilmesi; Jeffrey daha şimdiki görevinden başlamadan önce en doğru çözümün, ABD’nin müttefiki olarak gördükleri bu iki gücü bir araya getirmek olduğunu belirtmişti.
ABD heyetinin bu hafta Ankara’da yaptığı baş döndürücü diplomatik trafiğin gayesi, bu noktalarda ilerleme kaydetmek ve iki ülkenin karşılıklı istemlerini uyumlulaştırmaktı. Ancak toplantıların ardından yapılan açıklamalar çok mesafe alınmadığına işaret ediyor.
Suriye’de kartlar sürekli ve yeniden karılacağa benziyor. Taşların yerine oturması daha zaman alacak.
(*) Kürdistan 24, 09.01.2019
http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/a72ee45d-4a28-4e22-8fb2-ec0adc0253e3