24 Haziran için önemli bir dönemeç daha geçildi. Partiler seçimlerde gösterecekleri adayların listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na sundu. Listelerin belirlenmesinden sonra, her zaman olduğu gibi, bu listelerin ne anlama geldiği, ne tür mesajlar verdiği, hangi dengeleri gözettiği ve halkta karşılığının ne olacağına dair bir yorum süreci başladı.
Seçime kadar olan sürede — kaçınılmaz olarak — partileri, adayları ve siyasi tercihleri konuşacağız. Bu meyanda ilk olarak AK Parti’nin kamuoyunun huzuruna çıkardığı isimlere dair intibalarımı paylaşmak isterim.
AK Parti, ilk döneminden itibaren her seçimde parlamentodaki grubunu 1/2 veya 2/3 oranında değiştiriyor. Gelenek bu seçimde de bozulmadı; AK Parti % 50’lik bir değişim yaptı; mevcut 316 milletvekilinden 167’si listelerde kendine yer bulabildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan geniş kapsamlı bu değişikliğin nedenini, partinin temel ilkelerine uygun davranmayan kişileri aday yapmamakla açıkladı.
AK Parti’de en çok merak edilen hususlardan biri de halen görev yapmakta olan bakanların durumuydu. Yeni sistemde bakanlar parlamento dışından atanacak. Yani milletvekili olanlar bakan olamayacak. Bu sebeple Erdoğan’ın bakanların önemli bir kısmını — kabinesine almak üzere — aday göstermemesi bekleniyordu. Ancak Erdoğan sadece ekonomi sahasındaki dört bakan ile Avrupa Birliği’nden sorumlu bakanı listelere almadı. Geri kalan bütün bakanlar seçim meydanına sürüldü.
“İç kabine”
Bunun iki önemli nedeni olduğu söylenebilir: Birincisi, Meclis’in artık eski değeri taşımadığına dönük yaygın görüşe karşın AK Parti, mecliste çoğunluğu elde etmeye hayati bir önem atfediyor. AK Parti’ye göre, yeni sistemin kurulması ve işlemesinde arıza çıkmaması için Cumhurbaşkanlığını kazanmanın yanında Meclis’te de belirgin bir üstünlük elde edilmesi gerekiyor. Meclis’te muhalefetin çoğunluk olması durumunda, Cumhurbaşkanlığını alsalar bile, bunun mânâsını büyük ölçüde kaybedeceği ve ülkenin yönetim krizlerine açık hale geleceği belirtiliyor.
Nitekim Erdoğan bir süredir buna dikkat çekiyor ve tabanını Cumhurbaşkanlığı seçimine olduğu kadar milletvekilleri seçimine de odaklanmaları konusunda uyarıyor. Bakanların alana gönderilmesini de bu bağlamda değerlendirmek lazım. Hükümet üyelerinin neredeyse bütünüyle listelere konulması hem parlamento seçimine verilen kıymeti göstermeyi, hem de seçmenlerinin motivasyonunu artırmayı hedefliyor.
İkinci neden, Erdoğan’ın yönetim tarzıyla ilgilidir. Erdoğan, bilhassa Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlıktan alınmasından sonra, aslında 24 Haziran’dan sonra geçilecek sistemi fiilen tatbik ediyor. Görüntüde bir Bakanlar Kurulu var ama ülkenin gidişatına dair ana kararlar bu kurulda değil Erdoğan’ın Beştepe’deki iç kabinesinde alınıyor. Hükümetin varlığı, sadece alınmış olan bu kararların topluma duyurulması ve prosedürel meşruiyetinin sağlanması noktasında işlev görüyor.
Erdoğan’ın 24 Haziran’dan zaferle çıkması halinde, şu anda bakan olanların çoğu zaten kabineye girmeyecekti. Muhtemelen Erdoğan — kazanması durumunda — kendi iç kabinesinden isimlerle şekillendireceği dar ve teknik bir ekiple hareket edecek. Dolayısıyla Erdoğan bakan yapmayacaklarını milletvekili olarak değerlendirme yoluna gitti.
Keskin dönüş
AK Parti’nin bölgedeki adaylarına bakıldığında görünen, partinin Kürt meselesindeki keskin dönüşünün listelere yön verdiğidir. Şöyle ki: Çözüm sürecinin çökmesinden itibaren AK Parti, demokratik talepleri ve siyasi çözümleri öncelemeyi terk etti, güvenlik ve hizmete odaklandı. İki yıla yakın bir süredir AK Parti, Kürt meselesi çerçevesindeki hak ve özgürlüklerle ilgili tek bir kelâm etmedi. Bunun yerine operasyonlarla ve ölü sayılarıyla övünen bir siyasi dile yaslandı.
MHP ile kurulan derin birlikteliğin bir yansıması olarak AK Parti’nin Kürtlerle olan mesafesi açıldı. Özellikle Kürdistan referandumu ve Afrin Operasyonu sırasında kullanılan tahkir edici söylem, sokaktaki insanda büyük bir rahatsızlık yarattı. İktidarın meri siyaseti ve ona eşlik eden üslubu, muhalefet partilerinin yanında duran Kürtler bir yana, AK Parti’yi destekleyen Kürtlerin bir bölümünü de yaraladı.
Açıklanan listeler bu yarayı sağaltmaya dönük bir işaret vermiyor. Kürt meselesinin siyasi boyutu üzerine söz söyleyebilecek isimler listenin dışında tutulmuş. Her bir ili ayrıntılı tahlil etme imkânım olmadı ama mesela Diyarbakır’da demografik ve etnik hassasiyetler de gözetilmemiş.
“Hizmet rotası”
Anlaşılan o ki AK Parti, hâlihazırdaki rotasını takip edecek. Demokrasi, özgürlük ve siyasi çözüm taleplerini paranteze alacak, Kürtlere hizmet vaadiyle gidecek. Demokrasiyi öteleyecek, hizmeti öne çıkaracak; kendisinin tercih edilmesi halinde altyapı yatırımlarının tamamlanacağını, bölgenin ekonomik kalkınmasına hız verileceğini ve hizmetin en üst seviye çıkarılacağını taahhüt edecek. Aday listesi buna göre tanzim edilmiş.
Daha önce denenmemiş bir strateji değil bu. AK Parti önceki seçimlerde de buna müracaat etti. Partinin seçmeninin bir kısmının oy verme davranışında hizmetin belirleyici bir faktör olduğu da gerçek. Ancak salt hizmete odaklanan bir dilin AK Partiye ne kadar katkı sağlayacağı, partinin oylarına ne kadar oy katacağı tartışılır.
Bunun HDP ve Saadet Partisi’ne ise önemli bir avantaj sağladığı şüphe götürmez. AK Parti demokratik dilden uzaklaştıkça, bir taraftan HDP’nin kendi seçmeninin bir kısmıyla olan soğukluğunu giderip toparlanması olanağı artar. Diğer taraftan da Saadet Partisi’nin MHP ile ortaklıktan rahatsız olan AK Partili dindar-muhafazakâr kesimle daha da yakınlaşma kanalları çoğalır.
Ezcümle, demokrasiyi sümen altı eden bu tercih/liste ters tepebilir ve AK Parti’yi bölgede 7 Haziran seviyesine çekebilir.
(*) Bu yazı ilk defa 23 Mayıs 2018’de Kürdistan 24’te yayınlanmıştır. Bkz
http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/b8d15f76-19e8-41d1-918c-191c5a4924fd