Ana SayfaYazarlarThe Irishman

The Irishman

 

Bir film hakkında birisi “hiç beğenmedim, sakın seyretme” dediği zaman, o filmi seyretmek için bende daha derin bir merak oluşur. Martin Scorsese’nin yönetmen ve yapımcılığını yaptığı The Irishman (İrlandalı) hakkında birden çok negatif yorum ve fikre maruz kaldıktan sonra tabii ki ilk fırsatta seyrettim. Yanlış anlaşılmasın, film için olumsuzlar kadar olumlu kritik de mevcut ancak hem sinematik özellikleri hem de hikâyesi üzerinde ciddi bir tartışma var.

 

Irishman bir mafya filmi, aynı zamanda Amerika’nın 1950-60-70’li yıllarının siyasi, ekonomik ve toplumsal ortamının bir yansıması. Hikâyenin merkezinde Amerika’nın o yıllarda en büyük sendikası olan International Brotherhood of Teamsters sendikası (Uluslararası Kamyoncular Kardeşliği) ve onun efsanevi başkanı Jimmy Hoffa’nın hayatı var. Genç yaşlarından itibaren bir aktivist olan Hoffa 1957-71 yılları arasında sendika başkanlığı yapıyor; Teamsters’ı 2.3 milyon üye ve 8 milyar dolarlık emeklilik fonu ile Amerika’nın en büyük ve en zengin sendikası haline getiriyor. Bu dönemde mafya ile yoğun bir ilişki içine giren Teamster sendikasının başkanı olarak Hoffa da dolandırıcılık ve rüşvete teşebbüs suçlarından yargılanarak 1967’de hapse giriyor, 1971’de Başkan Nixon’ın özel affı ile hapisten çıkıyor. Ancak çıkış şartı olarak sendika faaliyetlerinden men ediliyor. Bunu sindiremeyen Hoffa bu engeli aşmak için bir çok girişimde bulunsa da sendika nezdinde yeterli desteği sağlayamıyor. 1975 yılında önemli bir toplantıya gitmek üzere kaldığı otelden ayrılıyor ve bir daha kendisinden haber alınamıyor. Hikâyenin buraya kadar olan kısmı zaten biliniyor, film esas bundan sonrasına tuttuğu ışık ile dikkat çekiyor.

 

Bugüne kadar Hoffa’nın başına tam olarak ne geldiği – birçok soruşturma ve araştırmaya rağmen- resmen çözülebilmiş değil. Irishman bu gizemin arka planındaki ilişkileri ve olaya dair teorilerden birini esas alarak kullandığı için radikal bulundu. Olumsuz eleştirilerin esas önemli noktası, filmin teorisi doğrulanmamış bir kitap baz alınarak senaryolaştırılması. Bu kitap Charles Brandt tarafından kaleme alınmış ve 2004’te yayımlanmış “I Heard You Paint Houses” (Boyacılık Yaptığını Duydum) isimli kurgu olmayan bir hikâye. Eski bir cinayet savcısı, detektif ve avukat olan Brandt kitabında o dönemde mafya tetikçiliği yapan Frank Sheeran’ın itiraflarını anlatıyor. İrlandalı olan Sheeran, Hoffa’nın hayatındaki en yakın ve en güvendiği kişilerden birisi. Kitaptaki iddialar, başka çalışma ve araştırmalar tarafından reddedilmiş olsa da film tamamıyla bu hikâye üzerine kurgulanmış ve esasında Frank Sheeran’ın hayatını anlatıyor, o yüzden de ismi Irishman.

 

Gelelim benim açımdan filmin en çarpıcı kısmına. Filmde aslında esas işlenen konu mafya, sendika ve Amerikan derin devleti arasındaki ilişki yoğunluğu. Ve çıkarlar doğrultusunda müdanasızca öldürülen sayısız insan ve bu cinayetlerin cezasız kalması. 8 milyar dolarlık fona sahip sendika, bankalar kendilerine kredi veremediği için mafya açısından bir banka görevi görüyor. Yani sendika mafyaya devamlı kredi kullandırtıyor. O kadar ki Las Vegas şehri, sendikanın sağladığı krediler sayesinde inşa ediliyor. Filmde sendikanın ‘müşterilerinden’ biri olan İtalyan mafyası Giancana’nın Kennedy’lerin aile dostu olduğu ve Amerika’daki içki yasağı yıllarında (1920-1933) baba Kennedy’nin İtalyan mafyası için kaçakçılık yaparak zengin olduğu iddia ediliyor. Giancana, Sinatra ve Kennedylerin yakın arkadaş oldukları, 1961’de John F. Kennedy’nin başkan seçilmesine mafyanın nasıl destek olduğu, Illinois’daki oyların Kennedy lehine şişirilmesi sayesinde seçimin kazanıldığı anlatılıyor. Bu destek karşılığında Castro’yu Küba’dan çıkartacağına – böylelikle mafyanın kumarhaneleri, yarış pistlerini ve tüm mallarını geri alabileceğine- söz veren Kennedy, Küba operasyonu geciktikçe mafyanın ve sendikanın öfkesini üzerine çekiyor ve sonrasında ilişkileri geriliyor.

 

Bugün Amerika’nın gelmiş olduğu toplumsal ve siyasi ortamı her ne kadar beğenmesek de, büyük yapım bir sinema filmi tarafından Amerika siyaseti, eski bir başkanı ve ailesinin özgürce konu edilebilmesi ve herhangi bir cezai yaptırım ile karşılaşmaması saygıya değer. Özellikle kısacık tweetler, şarkılar, ispatlan(a)mayan olur olmaz iddialar ile binlerce kişinin tutuklandığı, yargılandığı, işsiz kaldığı şu memleket günlerinde.

 

Bu arada film bence mükemmel. İzleyecekler için fazla ipucu vermeden yazmaya çalıştım.  İrlandalıyı Robert de Niro, Hoffa’yı Al Pacino, mafya babasını Joe Pesci oynuyor. Nasıl kötü olabilir ki!

 

 

 

- Advertisment -