Ana SayfaYazarlarToprak bütünlüğü sorunu ve şiddet

Toprak bütünlüğü sorunu ve şiddet

 

“Bağımsız devlet perspektifi dışında, Kürt sorununda halledilmeyecek mesele yoktur”… Savaşı bitirmek için Öcalan’la görüşmeye başlayan devlet sözcülerinin kendi bakışlarını bu cümleyle özetlediklerini biliyoruz.

 

Gerçekten de, bugün yaşadıklarımızı dürüstçe anlamaya çalışan her insanın, sorunun merkezinde bu anlaşmazlığın yattığını görebileceğini sanıyorum.

 

Kültürel bir kimlik olarak etnisitenin; kendisini yok sayan otoriteye başkaldırısının doğal ideolojisi, farklı bir “millet” olduğu kabulüne dayanır. Kürtseniz; neden ezildiğinizi düşünürken doğal olarak, “Türk olmadığım için” cevabına doğru yol alırsınız.  Ve bunu yapan, muğlak ya da değiştirilebilir bir güç değil, devlettir. Buradan, devletin “sizden farklı bir milletin” iktidar aracı olduğu fikrine sıçrarsınız. Başınıza gelenlerin çaresi, bu devletin iktidar alanının dışına çıkmak, “kendi milli devletinizi” kurmak ve onun koruması altına girmek olacaktır. Böylelikle, etnik ayrımcılığa maruz kalanın zihni dünyasında, “özgürlük” kavramı “bağımsız devlet” fetişizmiyle iç içe geçer. 

 

Kürt siyasi hareketi de, çıkış noktasında her ne kadar Marksizan “sınıf” kavramları üzerinden bir dil kullanıyor olsa da, üçüncü dünyacı millicilik yöneliminin belirgin etkilerini taşıyordu. Kürtlerin ezilen ulus olarak tanımlanması ve kendi kaderlerini tayin hakkı, hareketin ideolojik dünyasına damga vuran kavramsallaştırmalardı. İsyanın yönü, Türkiye Devleti’nin demokratikleştirilmesi; baskı ve ayrımcılığın sona erdiği, siyasi iktidarın adil biçimde paylaşıldığı ortak bir yaşantının inşası değil; keskin bir kopuştu. Silahın nedeni buydu.

 

Ancak şiddet yüklü uzun yıllar, çatışan tarafları farklı bir rasyonaliteye zorladı. Devlet, ne kadar şiddet uygularsa uygulasın inkâr ve asimilasyon siyasetini sürdüremeyeceğini; toprak kaybı dışında esnemek zorunda olduğunu anladı. Kürt tarafında ise baskın otoriteyi temsil eden Öcalan, süreci yeni bir okumaya tabi tuttu ve ulus devlet perspektifine getirdiği güçlü eleştirilerle kopuş çizgisini terk ettiğini açıkladı. Barış Sürecinin kalbi, bu fikri buluşmadır.

 

Bugün silahın yeniden masaya sürülmesi bu temel anlaşmanın bozulmasıyla ilgilidir. Anlaşmayı bozma iradesinin adresi de Kandildir.

 

Kandil’in tutumunu anlamak için, örgüt-toplum ayrımına başvurmamız gerekir. “Kurtarıcı” nın tatmin çıtasıyla “kurtarılan” ın rızası arasında dolaysız işleyen bir temsil ilişkisi yoktur. “İktidar” her zaman “toplumun yüce çıkarları” için talep edilir. Fakat o iktidarı da her zaman somut insanlar, kurumlar kullanır; toplumun bütünü değil. Bu sıradan bir hayat bilgisidir ama bize çok önemli bir gerçeği; siyasi örgüt ile toplumsal olan arasındaki varoluşsal farklılaşmayı anlatır. Kürt toplumunun milli kimliğini keşfetme sürecinde oluşan toplumsal taleplerin karşılanması ile isyanı yöneten kurumsal yapının iktidar arzusunun tatmin edilmesi aynı şey değildir.

 

Türkiye, son yıllarda bu büyük sorunla baş etmeye çalışıyor. Öcalan’ın barış siyasetinden belirgin bir sapma gerçekleşti. İsyanı yöneten ve yıllar içinde etnik aidiyet üzerinden güçlü toplumsal bağlar kurmuş olan siyaset kadrosunun, devlet olma perspektifini terk etmediği anlaşıldı. Suriye ve Irak’ın çözülme süreci; sınırların hükmünü yitirmesi ve yeni bir haritaya doğru yol alınırken küresel güçlerin güvenilir zemin arayışı, bu kadronun bölgesel iktidar iştahını arttırıyor. Siyasetin bütün olanaklarını toplumu bu yönde manipüle etmek için kullanmasına yol açıyor.

 

Çözüm Süreci’nin tarafı olarak AKP iktidarının bu yönelimi fark etmemesi düşünülemez.     

   

PKK’nın Türkiye’de silahlı güç bulundurmaya devam etmesinin,  Kürt bölgesinde fiili egemenlik kurma çabalarını tırmandırmasının ve Suriye’de devletleşmeye yönelmesinin devlet açısından “toprak kaybı” tehdidi olarak algılanması kaçınılmaz.

 

Bugün iktidara, Kürt siyasetinin bölgesel iktidar talepleri karşısında dostluk ve dayanışma siyaseti yürütmesini önerenlerin, bunun zorunlu koşulunun, PKK’nın Türkiye’den silahlı gücünü çekmesi ve barışçı mücadeleyi kayıtsız şartsız kabul etmesi olduğunu da görmeleri gerekiyor.

 

Herhangi bir devletin kendisine karşı silahın gücüyle toprak talebi yönelten bir siyasetle savaşmaktan başka seçeneği yoktur. Bunu yapmayan hiçbir iktidar meşruiyetini koruyamaz. Konu “ayrılma talebi” ya da “kaderini tayin hakkı” ile de ilgili değildir. Silah kullanma, sıcak savaş yürütme siyasetiyle ilgilidir. Herhangi bir siyasi talebin meşru barışçı yöntemlerle savunulması yerine şiddet üzerinden elde edilmeye çalışılması kabul edilemez.  “Ayrılma talebi” istisna tutulamaz.

Türkiye’nin demokratikleşmesini arzulayanlar; Kürtlerin, kendi kaderlerini tayin hakkı dahil tüm sorunlarının özgürce tartışılabilmesini isteyenler; iktidar politikalarından şikayetçi olanlar; içine girdiğimiz krizde, PKK’nın ağır sorumluluğunu görmek zorundalar.

 

Savaşı Erdoğan’ın iktidar hırsına bağlayanlar; Haziran seçimleriyle ilişkilendirenler, kendi söylediklerine inanıyorlar mı bilmiyorum.  PKK’nın önceliğinin Türkiye’nin demokratikleşmesi değil, bölgesel iktidar için silah kullanmak olduğu müddetçe, bu ülkede herkes acı çekmeye devam edecektir.

 

 

- Advertisment -