Her muhalefetin biri “söylem” diğeri “eylem” olmak üzere iki boyutu bulunur. Muhalefetin başarılı olabilmesi, hem söylem hem de eylem bazında halkla arasında bir bağ kurabilme yeteneğine bağlıdır. Muhalefet dikkat çeken, sıkıntılara çareler içeren ve insanlara bir gelecek tasavvuru sunabilen bir söyleme ilâveten, toplum nazarında gerekli addedilen ve kabul gören bir eylem programına da sahip olmalı ki, seçmen eski tercihlerini gözden geçirebilsin ve yeni kararlara varabilsin.
Bir önceki yazıda CHP’nin Meclis’teki eylemlerinin yanlışlığına değinmiştim. Maddelerin görüşülmesini geciktirmeye dönük beyhude manevraların ve dövüş kulübünü aratmayan kavga sahnelerinin — hayati değer atfettikleri — hedefleriyle örtüşmediğini söylemiştim. Asabi, fevri ve kırıcı bir hattın, anayasa değişikliklerine dair bazı kaygıları olan AKP’lileri de partileri etrafında konsolide ettiğini belirtmiştim.
Taşıyıcı kolonlar
Peki, söylem düzeyinde vaziyet ne? CHP’nin “hayır” tercihinin altında yatan gerekçeler neler? Anayasa değişikliği hakkında CHP temsilcilerinin Meclis içinde ve dışında yaptıkları birçok konuşmayı takip ettim. Görebildiğim kadarıyla. CHP’nin muhalefetin taşıyıcı kolonlarını oluşturan bazı temel argümanları var:
1. Ne acelemiz var; şimdi anayasa değişikliği yapmanın zamanı değil!
2. Memleketin bunca derdi varken anayasa değiştirilmez.
3. OHAL’de anayasa yapılamaz. Anayasa talebini geri çekin!
4. Halk neyin ne olduğunu bilmiyor, halkın değişiklikler hakkında bir fikri yok!
5. Değişikliklere “evet” demek, diktatörlüğü kabul etmektir, hainliktir!
Bana göre, bu tür argümanlara müstenit bir karşı duruşun başarı kazanma şansı yok denecek kadar az. Kısaca açıklamaya çalışayım.
1. Türkiye, anayasa tartışmasını yeni yapmıyor. 1982 Anayasası yürürlüğü girdiği andan itibaren bir anayasa sorunu oluştu ve her zaman siyasi gündemin ortasında durdu. Bilhassa 2007’den bu yana yoğun bir anayasa süreci yaşanıyor ülkede. Bugün her partinin çekmecesinde birden fazla anayasa taslağı var. Sivil toplum kuruluşları anayasaya dair binlerce toplantı, konferans, çalıştay, sempozyum, vb. düzenledi. Akademide çok sayıda çalışma ve anayasa hazırlığı yapıldı. Vaziyet buyken “şimdi değil” demenin ikna edici bir tarafı yok.
Anayasa için güllük gülistanlık zamanları beklemek
2. Bir ülkede genel olarak işler yolundaysa, sistemin işlemesinde bir aksaklık yaşanmıyorsa ve insanlar hallerine razıysa, anayasadan memnuniyet oranı yüksek olur ve kamuoyu anayasa derdiyle gerilmez. Zira insanlar can sıkıntısına çare olsun diye anayasa değişikliği yapmazlar. Eğer bir yerde anayasanın değiştirilmesi gündemin merkezini işgal ediyorsa, orada giderilmesi gereken bir rahatsızlık ve karşılanması istenen bir talep söz konusudur. Dolayısıyla anayasalar zaten sıkıntılı dönemlerde yapılır ve/ya değiştirilir. Ayrıca, tüm problemlerimizi hallettiğimiz ve ferah ferah salt anayasa münakaşası yürütebileceğimiz güllük gülistanlık bir dönem hiçbir zaman olmadı ve büyük ihtimal bundan sonra da olmayacak.
3. OHAL’in fiili ve hukuki sınırlamalar yarattığı bir gerçek. OHAL’in varlığının hemen her kesimde oto-kontrolü azami seviyeye çıkarttığı da doğru. Bu itibarla OHAL’de sağlıklı bir anayasa tartışmasının yapılmayacağı argümanı ilkesel açıdan haklı. Ancak olan bitene baktığımızda karşımıza çıkan manzara şu:
- Altı aydır süren ve üç ay daha uzatılan bir OHAL var.
- Anayasa OHAL’de değişiklik yapılmasına cevaz veriyor.
- OHAL’e yönelik yaygın bir toplumsal tepki de söz konusu değil.
Havanda su dövmek
İktidar partisi çok uzun bir süreden beri anayasayı değiştirmek için fırsat arıyordu. Dört gözle beklediği fırsat hiç ummadığı bir anda, OHAL’de önüne gelince hemen harekete geçti ve önemli bir mesafe katetti. Böyle bir tabloda, iktidar sırf OHAL var diye kapısına gelen imkânı tepmez. Ondan teklifini geri çekmesini istemenin ciddiye alınır bir yönü yok. Anayasa değişikliğine ilişkin süreçler bu şartlar altında ilerleyecek. Halka da bu şartlar altında gidilecek. Muhalefet bunu görmeli ve kampanyasını buna göre şekillendirmeli. Aksi takdirde “OHAL’de anayasa yapılmaz” demenin havanda su dövmekten öte bir anlamı olmayacak.
4. Değişiklik teklifinin muhalefetin arzu ettiği müddet kadar (o müddet her ne ise) uzun süre gündemde kaldığını düşünelim. Böyle bir ihtimalde dahi halk muhalefetin beklediği ölçüde anayasa mevzuuna sarılmayacaktır. Kabul edelim ki toplumun çok ağırlıklı bir bölümü için teklifteki birçok madde teknik birer detaydan ibarettir. HSYK bir mi, yoksa iki kuruldan mı teşekkül edecek? Üye sayısı 12 mi yoksa 13 mü olacak? Adalet Bakanı ve müsteşarı kurulda yer alacak mı almayacak mı? AYM’nin üye sayısı 17’den 15’e düşecek mi düşmeyecek mi? Milletvekillerinin sayısı 550’de mi kalacak, yoksa 600’e mi çıkacak?
Halk bu ve benzeri ayrıntılara takılmaz, işin esası ile alâkadar olur. İşin esasını halka layıkıyla anlatmak ise muhalefetin vazifesidir. Vazifenin gereğini yerine getirmektense bir türlü “bilgilenemeyen halk”tan (!) şikâyet etmek, daima tecrübe edildiği üzere, yaratıcı sonuçlar doğurmaz.
5. Bir muhalefet halkın herhangi bir konudaki seçimini önceden yaftalayamaz. Kendisinden farklı bir yöne gidenleri yaftalayamaz. Farklı tercih sahiplerini “hain” ya da “diktatörlük yanlısı” diye tarif edemez. Ederse halka ters düşer ve baştan kaybetmeye mahkûm olur.
Muhalefetin bu tezlerinin, iki nedenden ötürü, bir başarı şansı yok. İlki, karşı koyma gerekçesi olarak ileri sürülen tezlerin önemli bir kısmı tüketilmiş durumda ve gerçeklikte bir karşılıkları bulunmuyor. İkincisi ise, bugüne kadar erişmediği kesimlere hiçbir şey söylemiyor. Tersine, onlardaki korkuları besliyor. Böylesine tükenmiş bir söylemden kimseye hayır gelmez.