Türkan Hanım’ın sohbetine katılmak çok hoştu. Salona girince büyük bir heyecan dalgası sardı salonu. Her yaştan, meşrepten, eğilimden insan iğne atsan yere düşmeyecek şekilde doldurmuştu salonu. Kırmızı siyah kıyafeti, simsiyah saçlarıyla gerçekten de tarzını tavrını hiç değiştirmemiş fakat her dem yeni olmayı başarmış bir aktristle karşı karşıyaydık. Seyircisiyle heyecan dolu ilişkisi konuşmasına yansıdı ve hiçbir kompleks barındırmayan kendini yerini yurdunu bilen cevaplarıyla bir kez daha iyi geldi insanlara. Hayatını anlattığını sanıyorduk ama o hiçbir mahrem alana girmeden, özel yaşamından hiçbir şey sızdırmadan, kimse hakkında serzenişte bile bulunmadan, asaletle hikayesinin sadece işiyle bağlantılı kısmını anlatmayı tercih etti.
Anne baba ayrılığını derinden yaşamış bir kız olarak sevgi eksikliğini seyircinin ilgisiyle ikame etmeye çalışan hassas bir oyuncu. Türker İnanoğlu onu tesadüfler zinciriyle keşfettiğinde, Fatih Lisesi’nin ilk sınıflarında onbeş yaşlarında bir öğrencidir ve anneannesiyle birlikte Fatih Mehmetdede Sokak’ta cumbalı ahşap bir evde yaşamaktadır. Çok çalıştığı için kızlarına vakit ayıramayan annesi, paraya da ihtiyaç olması sebebiyle yönetmenin oyunculuk teklifini geri çeviremez. Kütüphaneden başka bir yere gitmesine izin vermeyen anneanne de kontrollü bir şekilde Türkan’ın sinemaya adım atmasına razı olur.
İlk filmi ‘Köyde Bir Kız Sevdim’ ile büyülü bir dünyaya, hayal perdesinde açılan Şoray, ‘Acı Hayat’, ‘Sürtük’, ‘Yılanı Öldürseler’ gibi nice filmlerle yoluna devam eder. Dünyada ikiyüz yirmiiki ile en fazla sinema filminde oynamış kadın oyuncu olarak da kayda geçmiş bir isim.
***
1968’de İzzet Günay’la başrolü paylaştığı ‘Vesikalı Yarim’, birçoğumuzun defalarca izlediği filmlerden biri. Eski İstanbul’un doyumsuz köşelerini görebilmek bir yana, film toplumsal hayatın işleyişiyle, evlilik anlayışıyla ilgili de işaretlerle dolu. Bir hayat kadını bile değerlerini kaybetmemiştir henüz, şimdiki zamanın sadakatsizlikte ölçü tanımaz kadın ve erkek profillerine karşılık, sinesinde faziletler barındırmakta, misal, evli bir adam olduğunu öğrenince tutkulu aşığını, sevdiği adamı terk edip izini kaybettirmektedir. Bu filmdeki rolü ona en iyi kadın oyuncu altın portakalını getirmiş. ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filmine girmeye ise bu yazının hacmi elvermez.
Kendisinin bizzat yönetmen koltuğuna oturduğu ‘Dönüş’ ve ‘Bodrum Hakimi’ filmleri daha önceki rollerinden farklı kadın karakterleri gündeme getirmiş, Türkan Hanım bu filmlerle kendini yenileme imkanı bulmuştu. ‘Hayallerim Aşkım ve Sen’, ‘Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu’, ‘Uzaklarda Arama’ ise yakın zaman filmlerine örnek.
Televizyon dizileriyle birlikte bir devrin kapandığını ve kendisinin de sinemadan çekildiğini söyledi ama oynadığı iki dizi de onu çok mutlu etmiş. Şener Şen’le oynadığı ‘İkinci Bahar’ ve Haluk Bilginer’le başrolü paylaştığı bir sitkom olan ‘Tatlı Hayat’. İkisi de aile boyu seyretmek için çok güzel dizilerdi doğrusu. İşinden aşkla söz ederken, çalışamamak yüzünden hastalandığını söylemesi salondaki herkesi üzdü. Bir oyuncu her yaşta sanatını konuşturabilir. Sinemamızın sadece genç güzel kadın yakışıklı erkek denkleminde işlerle oyalanması çok düşündürücü. Aslında onun içinde kalmış nice karakterleri çıkarabilir iyi bir yönetmen ve Türkan Şoray bütün deneyimini ve birikimini toplumsal yaşamımızın dehlizlerine ayna tutan rollerde yetkinlikle kullanabilir. Kimliğinin kişiliğinin yaşamdan daha gerçek olarak gördüğü kamera önünde, rollerini oynarken geliştiğini, canlandırdığı kadınlarla olgunlaştığını söyledi içtenlikle. Her yönetmen ona bir şey katmış, Ömer Lütfi Akad ona gözleriyle oynamayı öğretmiş mesela. ‘Cemo’ filminde yüzme bilmediği halde soğuk sulara atlamak gibi nice fedakarlıklar yapmış. İş olarak görmemiş oyunculuğu, hayat olarak görmüş, bizzat yaşamış her rolü. Her oyuncu böyle olacak değil, bu Türkan Hanım’ın deneyimi. Rol skalasında yer alan zengin, yoksul, şehirli, köylü, ezilen ve güçlü kadın profilleriyle toplumun her kesimine ayna tutan, “kanunlarıyla” toplumsal değerleri rencide etmeden ilkeli bir oyunculuk sergileyen Şoray, on yıllardır gözdeyse, Bağlarbaşı Kültür Merkezi’ni yüzlerce genç doldurmuşsa bunun sebeplerini iyi analiz etmek lazım.
“Siz kuğuların suyun yüzünde salınarak yüzdüklerine bakmayın, bilir misiniz suyun altında ne amansız mücadeleler vardır” diyordu kırılgan yanıyla. “Ben sizin gözlerinizi göremiyorum ama kalbinizi görebiliyorum” dedi bizlere dönüp. Evet gerçekten de ona bakan can kulağı ile hikayesini dinleyen insanların yüzlerinde tuhaf bir bağlılık iyilik hali vardı.