Ana SayfaYazarlarTürkiye’de devlet-toplum ilişkisi

Türkiye’de devlet-toplum ilişkisi

 

90’lı yıllardan beridir siyasal düzlemde gerek entelektüel gerekse akademik cenahta ve neredeyse gündelik dilde bile en çok kullanılan; tam da bu özelliğinden dolayı kullanıla kullanıla bir ölçüde gerçek anlamını kaybeden ve üzerinde analitik olarak önemle durulması gereken iki kavram “Demokrasi” ve “Sivil Toplum”.

 

Tarihsel olarak devlet geleneğinin köklü olduğu ve bu geleneğin askeri müdahaleler ile sosyo-politik planda izdüşümlerinin açıkça görüldüğü bir toplumda; söz konusu kavramların sıklıkla kullanılışı, hemen belirtmek gerekir ki, devlet-toplum ilişkisinin içeriğinin doğurduğu bir durumdur.

 

Devlet-sivil toplum arasındaki ilişkiyi inceleyen yaklaşımlar genellikle bu iki kavram arasındaki dikotomik bağlantıyı ve ayrımı temel alır. Bu noktadan hareketle birinin diğerine göre aldığı konum veya durum saptanmaya çalışılır. 

 

Türkiye’de Osmanlı döneminden beri, siyasal düşün biçimimizi şekillendiren “rijit bir devlet-toplum karşıtlığı” söz konusudur. Türkiye’de devlet-sivil toplum ilişkisinin biçimlendiği bu karşıtlığın toplumsal, tarihsel dinamiklerine ve arkaplanına eğilebilmek için, bunların demokratikleşme ve toplumsal planda dönüştürülebilme kapasitelerini belirleyebilmek için, Osmanlı’nın toplumsal ve siyasal düzeninde devlet-toplum ilişkilerine genel hatlarıyla göz atmak gerekir.

 

Böyle bir perspektif, Cumhuriyet dönemindeki tarihsel süreklilik ve kopuş diyalektiğini, devlet geleneğini, siyasal kurumları ve siyasal kültürü, ekonomik-kültürel ilişkileri ve toplumsal muhalefeti içermelidir.

 

Hem Osmanlı’daki toplumsal ve siyasal düzeninde devlet-toplum ilişkilerinin morfolojisine hem de bu tarihsel birikimin tevarüs ettiği Cumhuriyet dönemindeki toplumsal ve siyasal dinamikleri anlamak açısından Şerif Mardin’in Türk Siyasetini muhakeme etmek adına ortaya koyduğu “Merkez-Çevre” diyalektiği önemlidir.

 

Şerif Mardin’e göre “yakın zamana kadar, merkez ile çevrenin karşı- karşıya gelmesi, Türk siyasasının temelinde yatan en önemli toplumsal kopukluktu ve yüzyıldan fazla süren modernleşmeden sonra da varlığını sürdürmüş gibi görünüyordu”. Bu bağlamda, devletin resmi görevlileri ile çevre arasındaki ekonomik, sosyal haklar ve kültürel temelli karşı-karşıya gelmeler, farklılıklar mevcuttu.

 

Daha doğrusu temel karşı-karşıya gelme, tek boyutluydu ve her zaman, merkez ile çevre arasındaki bir çatışma olarak ortaya çıkıyordu. Türkiye’de demokrasinin karşılaştığı sorun kendini iki biçimde gösterir. Devlet seçkinleri entegrasyon krizlerine karşı tedirgin, dolayısıyla çevreye karşı hoşgörülü olmamıştır.

 

Buna mukabil, çevre de, meydan okuyucu tavrını devlet ricalinin önyargılarını güçlendirecek biçimde aşırılaştırma eğiliminde olmuştur. Türkiye’nin kendine has dinamiği ile gelişen siyasal hayatında, egemen bir devlet ve iyi örgütlenmemiş ve siyasal hayatta etkin olmayan bir çevre adına hareket eden siyasal seçkinler karşı karşıya gelmiştir.

 

Bu genel değerlendirmelerden sonra, bunların altında yatan tarihsel parametreleri ve devlet-toplum arasındaki gerilimin tarihsel arka-planını etraflıca açımlayabiliriz. Gelecek yazıda buradan devam edeceğim.

 

 

 

- Advertisment -