7 Haziran seçimlerinde 81 ilin tamamında AKP’nin oylarında düşüş yaşandı. Hani derman niyetine de olsa AKP’nin oyunu çoğalttığı veya mevcudu muhafaza ettiği tek bir il dahi yoktu. Her yerde ibre aşağıya dönüktü. Ancak Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki oy kaybı çok daha keskindi. Kelimenin tam anlamıyla AKP her iki bölgede de sandığın dibini gördü ve HDP’nin gerisinde kaldı. Kürtlerin yoğun yaşadığı Batı illerinde de AKP’nin oyları dikkat çekici miktarda azaldı ve buna mukabil HDP’nin oyları arttı. Hatta AKP’nin kaybı ile HDP’nin kazancı arasında bir orantı vardı; AKP’nin oyları ne kadar düştüyse HDP’nin oyları da o kadar yükseldi.
Sandıktan çıkan bu sonuç, daha önce AKP’ye oy veren Kürtlerin çok büyük bir kısmının bu seçimde HDP’ye yöneldiklerini gösteriyordu. Geçmiş dönemlerde AKP’ye Türkiye ortalamasının üzerinde bir oyla destek sunan Kürtler, 7 Haziran’da AKP’ye sırt çevirdiler ve HDP’ye omuz verdiler. AKP, hem Doğu’da, hem de Batı’da arkasındaki Kürt seçmenlerin önemli bir bölümünü kaybetti ve onların sağladığı gücü HDP’ye kaptırdı.
“Kürtler bizi anlamıyor”
Siyasette bir sonucu tek bir sebebe bağlamak yanlış. Her bir sonucu doğuran çok sayıda etmen ve değişken söz konusu. Şüphesiz AKP’ye Kürt oylarını kaybettiren birçok faktör var. Fakat bana göre, bu faktörler arasında diğerleriyle kıyaslanmayacak derecede belirleyici olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim dönemindeki siyasi tercihleriydi.
Erdoğan’ın stratejisinin iki yönü vardı: Erdoğan bir taraftan mimarı olduğunu söylediği çözüm sürecini hiçleştirdi. Süreç dâhilinde yapılanları elinin tersiyle itti, bundan sonra yapılması gerekenlerin önüne de taş koydu. Oysa halk sürece büyük bir umut bağlamıştı. Çözüm süreci, Türkiye’nin son dönemlerdeki tek demokratikleşme kulvarı idi. Sürecin inkârı, Erdoğan ve AKP’yi son derece milliyetçi bir retoriğe savurdu, Kürtleri kendisinden uzaklaştırdı.
Diğer taraftan ise Erdoğan, Etyen Mahçupyan’ın sözleriyle “Kürt seçmeni ikincil kılan ve rencide eden bir duruş” sergiledi. HDP’yi din ve diyanet üzerinden vurmaya çalıştı. Gösterdiği adayları küçümsedi. “Diyarbakır’da sözde müftü, Eskişehir’de eşcinsel aday gösteriyorlar” diyerek adayların inançlarını ve cinsel kimliklerini tahkir etti. Hep şikâyetçi olduğu elitlerin “Halk bizi anlamıyor” kalıbını hatırlatırcasına “Kürt kardeşlerim biz sizi çok seviyoruz, ama siz bizi anlamıyorsunuz” ifadesini kullandı. Kürtler de tüm bunları kimliklerine bir saldırı ve hakaret olarak algıladılar. Tepkilerini sandıkta ortaya koydular ve HDP üzerinden bir ispat-ı vücut yaptılar.
Kürt fobisi
Seçimden sonra beklenen bunun serinkanlı bir analizinin yapılmasıydı. Eğer HDP’ye giden oyların geri gelmesi isteniyorsa AKP’nin yapması gereken belliydi: AKP süreci tekrardan sahiplenecek ve Kürtleri rahatsız eden söylemi terk edecekti. Bunun başka bir çaresi yoktu. Ne var ki, gerekli derslerin çıkarıldığını söylemek zor. Erdoğan yanlışta ısrar ediyor.
Türk Kızılay’ın düzenlediği iftar töreninde Erdoğan, Suriye’nin Kuzeyinde bir devlet kurulmasının kendileri için bir kırmızı çizgi olduğunu ilan etti: “Buradan tüm milletime sesleniyorum, tüm dünyaya sesleniyorum. Suriye'nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bunun bilinmesini istiyorum. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz." Suriye’nin Kuzeyinde Kürtler yaşıyor. Yani Erdoğan, Kürtlerin devlet kurmalarına rıza göstermeyeceklerini, bunu engellemek için elinden geleni ardına koymayacağını belirtiyor.
İşin doğrusu, bu tür söylemlere aşinayız. Devletin derinlerinde bir Kürt fobisi var. İktidarlar gelip geçse de bu fobi her daim varlığını koruyor ve Kürtlerle ilgili herhangi bir gelişme olduğunda hemen yüzeye çıkıyor. Dünyanın herhangi bir yerinde Kürtler hak-hukuk elde etmeye görsün, devlet hemen refleks gösteriyor ve karşı çıkıyor.
Geriye dönüp bakıldığında buna dair birçok misal vermek mümkün ama yakın zamanda Irak Kürdistan’ına gösterilen reaksiyona bakmak yeterli. Kürdistan’a, Irak devletinden daha fazla Türk devleti karşı çıktı. Barzani ve Talabani’ye hakaretler yağdırdı, Kürdistan’ın kurulmasını hiçbir koşulda kabul etmeyeceğini bildirdi.
Tabi, tarih böyle akmadı. Kürdistan kuruldu, anayasal bir statü elde etti, de facto bir devletleşme sürecine girdi. Türkiye de bunu gördü, aklını başına aldı ve düşmanlık siyasetinden vazgeçti. Kürtlerle “düşman” olmaktansa “dost” olmayı denedi, Kürdistan ile dostluk ilişkilerini geliştirdi. Bundan da hem Türkiye hem de Kürdistan kazançlı çıktı.
Irak Kürdistanı tecrübesi mühimdi. Zira somut bir vaka vardı ortada; Kürtlerle dostluk Türkiye’ye herhangi bir zarar vermiyordu, aksine birçok fayda sağlıyordu. Dolayısıyla Türkiye’nin bu zengin tecrübeden sonra kendisini Kürt fobisinden kurtarması beklenirdi..
Lakin beklenen olmadı. Suriye’deki Kürtler sahneye çıktıklarında Türkiye’nin Kürt fobisi yine depreşti ve Türkiye Irak’taki hatalarını tekrar etti. 2012’de Suriye’de Kürtler özerk yönetimlerini kurduklarında Türkiye hemen “Sınırımızda böyle bir emrivakiye izin vermeyiz” şeklinde bir tepki verdi ve Kürtleri yine bir tehdit olarak algıladı. Bütün Suriye politikasını bu tehdit algısı şekillendirdi ve nihayetinde “Bedeli ne olursa olsun Kürtlerin devlet kurmasına izin vermeyiz” noktasına gelindi.
Tehdit değil fırsat
Erdoğan’ın dilinden dökülen bu sözler birçok açıdan arızalı. Bir kere, ahlaki değil. Sınırlarınız dışındaki insanların ne tür bir yönetim altında yaşayacaklarını siz belirleyemezsiniz. Oturduğunuz yerden onların kaderlerine yön verme hakkına sahip değilsiniz. İkincisi, hukuki değil. Üçüncüsü, gerçekçi değil. Türkiye, Irak’ta bir Kürdistan oluşumunu engellemeye çalıştı ama olmadı. Suriye’de de olmayacak ve orada da Kürtler kendi yönetimlerini kuracaklar. Türkiye’nin bu tür bir gelişmeyi engelleyecek bir gücü yok. Dördüncüsü, bu siyaset sadece çevrenizdeki Kürtlerle ilişkilerinizi gerginleştirmiyor, aynı zamanda içerideki Kürtleri de kırmanıza ve onları kaybetmenize neden oluyor.
Baştan aşağı yanlış bir siyaset bu. Bunun tam tersinin yapılması gerekirdi. Türkiye, Suriye Kürtleri ile daha ilk andan itibaren sağlıklı bir işbirliği kurmalı, onlara yardım etmeli ve onların kazanımlarına katkı sunmalıydı. Böyle bir siyaset hem sınırları daha güvenli kılar, hem de Suriye Kürtlerini ekonomik ve siyasi bir ortak haline getirirdi.
Kürtler, hem içeride hem de dışarıda, Türkiye için bir tehdit değil, bir fırsat. Türkiye her şeyden önce bunu anlamalı ve artık bu Kürt fobisinden kurtulmalı.