Ana SayfaYazarlarTürkiye’nin Musul hamlesi

Türkiye’nin Musul hamlesi

 

Dış politikayı satranca benzetmek revaçta bir yaklaşım… Ne var ki bu metaforun yanıltıcı bir işlevi var. Satrançta hep bir oyun daha oynama şansınız var ve o oyuna da yine rakibinizle eşit konumda başlıyorsunuz. Ancak gerçekte hayatta her oyunun sonucu bir sonraki oyunun güç dengesini değiştiriyor. Dolayısıyla dış politika daha ziyade pokere benziyor ve üstelik oyuncuların biraz ‘kumarbaz’ olmalarını da gerektiriyor. Çünkü mesele tek bir oyundan kazançlı çıkmak değil, uzun vadede bir ‘oyuncu’ olarak ayakta kalırken kazancını artırmak…

 

Türkiye’nin Musul yakınlarındaki Başika bölgesine bir tabur asker sevk etmesini bu bağlama oturtmak anlamlı gözüküyor. 1996 yılından beri Irak'ın kuzey bölgesinde yerleşik durumda olan TSK, ilk kez kontrol alanının dışında bir noktaya konuşlanıyor. Peşmergelerle olan işbirliği bu hamlenin arkasındaki ‘iyi örnek’. TSK bir süreden beri IŞİD’le mücadele kapsamında peşmerge güçlerine eğitim veriyor ve bunun en dramatik sonuçlarından biri Sincar’ın IŞİD’den kurtarılması oldu. Şimdi Musul’a sadece 12 Km uzaklıktaki Başika askeri üssü aynı işlevi görecek ve diplomatik zemini de Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında imzalanmış olan işbirliği anlaşmasına oturuyor. Ancak eğitilecek birlikler bu kez sadece peşmergeler olmayacak. Onların yanında eski Musul valisi Nuceyfi’ye bağlı grupların ve asıl Türkmenlerin eğitimi amaçlanıyor. Söz konusu Türkmenler IŞİD’in Tel Afer’i alması sonucu oradan kaçanlar.

 

Derin bir analize gereksinim duymadan, Türkiye’nin attığı bu adımla Irak’taki konumunu güçlendirme peşinde olduğunu, var olan ortaklarını tahkim ederek kendi pazarlık gücünü de artıracağını ve bölgedeki ortakları sayesinde kendi savunma yeteneğini yükseltmeye çalıştığını öne sürebiliriz. Söz konusu hamlenin Bağdat merkezi yönetimini rahatsız etmesinden ve bunun ‘egemenlik hakkına saldırı’ olarak nitelendirilmesinden hareketle de risksiz bir adım olmadığını söyleyebiliriz.

 

Dolayısıyla ilk soru Türkiye’nin bu riski nasıl yönetmeyi düşündüğü, ikinci soru bir önceki oyunun hangi hamlesinin şimdi Türkiye’ye bu adımı attırdığı ve üçüncü soru da bu adım sayesinde bir sonraki oyunda nasıl bir avantajın peşinden gidildiğidir.

 

İlk sorunun cevabını sadece yumuşak diplomatik dilde arayabileceğimiz bir dönemden geçmiyoruz. Türkiye’nin ABD’den açık bir çek almamakla birlikte koalisyonun zımni desteğine sahip olduğunu düşünmemek zor. Her halükarda İran/Rusya cephesi de aynı yorumu yapacağına göre sonuç değişmiyor. Türkiye kendi hareket yeteneğini koalisyon güçlerini rahatsız etmeden ileriye doğru zorladığı sürece gereksindiği doğal korumayı da sağlayabilir.

 

Ortadoğu’nun birçok ‘oyuna’ izin veren girift yapısını anlamak açısından ikinci soru daha öğretici. Tel Afer’in IŞİD kontrolüne geçmesinin ardından İran siyasi düzlemde pek önemsenmeyen ama bölgeyi uzun vadede bir kırılmaya taşımaya aday bir hamle yapmıştı. Aşti Şahabi isimli Şii Türkmen grubu İran nüfuzunun ve korumasının altına alındı. Diğer bir deyişle İran IŞİD’in her genişleme adımını bölgede Şii/Sünni ayrışmasını derinleştirmek üzere kullanıyor. Bu da bizi üçüncü sorunun cevabına getirmekte… Türkiye sadece Sünni değil Şii Türkmenleri de içeren bir ilişki ağını korumaya çalışıyor ve Başika üssü de bu amaçla kullanılacak. Giderek daha çok sayıda Arap ve Kürt kökenli askeri personel kullanmasının da gösterdiği üzere, Türkiye kendi lehine olanın ‘kozmopolit’ çok kimlikli bir Ortadoğu olduğunu düşünüyor ve bu uzun vadeli politikanın bir sonraki oyunda avantaj getireceğini umuyor. 

 

- Advertisment -