spot_img
Ana SayfaManşetTürkiye’nin tekinsizlik sorunu

Türkiye’nin tekinsizlik sorunu

Bir anda her şeyin tepetaklak olma ihtimali, iyilerin kötü, kötülerin iyi , kahramanların hain, hainlerin kahraman haline gelme hızı, neyin suç, neyin özgürlük olduğunun sık sık değişmesi Türkiye’nin tekin olmadığı fikrini güçlendiriyor.

‘Tekinsizlik’ (Unheimlich), Sigmund Freud’un 1919 yılında Imago dergisinde yayımlanan makalesinin adı. 

Makalede 19. yüzyılın başlarında Hofmann tarafından yazılmış ‘Kum Adam’ adlı meşhur hikayeden alıntılarla bu kavramı açıklıyor Freud.

Hikaye, Nathaniel adlı bir çocuğu annesinin, uyumayan çocukların gözlerine kum atan, sonra o gözleri yerinden çıkarıp kendi çocuklarına götüren Kum Adam’la korkutmasıyla başlıyor.

Aslında annesinin onu Kum Adam’la korkutup uyumaya zorlamasının sebebi, eve babasının çirkin suratlı avukat arkadaşının gelmesidir. Babasıyla bir takım simya deneyleri yapan bu çirkin baba dostu, Nathaniel’in çocukluk travması olur ve bütün hayatı boyunca peşinden gelir. Ondan korkmasının paranoya mı, yoksa haklı bir korku mu olduğuna bir türlü karar veremez, sonunda korkuları haklı çıkar. Bütün hikaye boyunca Nathaniel’in o tekinsiz hali hissedilir.

Almancada tanıdık, güvenli olanı, evi anlatan ‘heimlich’ kelimesinin olumsuzu olan ‘unheimlich’, Ulus Baker’in çevirisiyle yersizlik yurtsuzluk, evsizliği tarif ediyor.

Freud makalesinde tekinsizlik kavramıyla tam da bunu anlatmaya çalışıyor; tanıdık olanın yabancılaşmasıyla ortaya çıkan endişeyi…

İnsanı en çok tedirgin eden bilinenin, güvenilenin formunun değişmesi ve artık güvenilmez hale gelmesidir. O yüzden iyi korku filmleri bu temanın üzerine kurulur. Katile dönen yazar baba, canavara dönen masum oyuncak bebek, ölü çıkan akrabalar en çok tüyleri diken diken edenlerdir. İnsanın en kötü kabuslarının mekanının doğduğu, büyüdüğü ev olması da boşuna değildir.

Tekin olmama hali,  tekinsizlik insanın varoluşsal korkularını tetikler, en temel hayatta kalma içgüdüsünü harekete geçirir.

Türkiye’de çok uzun süredir hakim olan duyguyu da en iyi  “tekinsizlik” kelimesi özetliyor.

Son 10 yıl da yaşadığımız alt üst oluşlar, tecrübeler bu duyguyu kamçıladı. ETÖ’den FETÖ’ye yer değiştirmelerde yaşananlar bile bir korku filmi senaryosuna benziyor.

Türkiye’de iyiler-kötüler, hainler-kahramanlar, dostlar-düşmanlar, hak olan ile suç olan çok hızlı ve çok sık yer değiştiriyor.

Sadece son bir ay içinde olanlara bakalım.

Önce sadece bir yıl önce “camiye çevrilsin” diyenlerin “oyuna gelmek”le, “istikametini kaybetmek”le suçlandığı Ayasofya, büyük törenlerle camiye çevrildi.

Geçen hafta o camideki ilk Cuma namazının çıkışında konuşan Cumhurbaşkanı yine bir yıl önce  “Kandil’in ve Pensilvanya’nın güdümünde” olmakla,  “yurtta sulh konseyinin temsilciliği” ile suçladığı İYİ Parti ve Meral Akşener için “milli ve yerli olarak düşündüğümüz İYİ Parti” deyiverdi. Bahçeli’nin İYİ Parti’yi Cumhur İttifakına davetini yerinde bulduğunu söyledi.

Bahçeli’nin daha bir kaç ay öncesine kadar İYİ Parti için dediklerini ya da daha beş yıl önce Erdoğan için söylediklerini, Erdoğan’ın Bahçeli için söylediklerini artık kimse hatırlamıyor bile. 

Buna artık o kadar alışmış durumdayız ki, 15 Temmuz gecesinin kahramanlarından Ömer Halisdemir’in adı okullara, caddelere verilirken, ona o emri veren, bu yüzden aylarca kahramanlık hikayeleri anlatılan, ardından Fırat Kalkanı operasyonunu yönetirken kendisinden “efsane komutan” olarak bahsedilen Korgeneral Zeki Aksakallı ve Afrin’e yönelik Zeytin Dalı operasyonunu yönetirken yere göğe sığdırılamayan, “apoletlerini sökecek adam daha anasının karnından doğmadı” denen Orgeneral İsmail Metin Temel, geçen ay sessizce kadrosuzluktan emekliye sevk edildi ve bu durum da kimsenin umurunda olmadı.

Şimdi savaş gemileri Ege’ye, Akdeniz’e mehter marşlarıyla çıkarılırken, bu Akdeniz politikasının mimarlarından, Mavi Vatan konseptini geliştirenlerden Koramiral Cihat Yaycı da sessizce görevden alındı, istifa etti, onun da üzerine iki gün bile konuşulmadı.

En güncel örnek, iki gün önce sabah saatlerinde BDDK’dan şöyle bir açıklama yapıldı:

“Mevduat bankaları için yüzde 100 ve katılım bankaları için yüzde 80 olarak belirlenmiş olan aktif rasyosu değerinin sırasıyla yüzde 95 ve yüzde 75 olarak düzenlenmesine karar verilmiştir.”

Ekonomiyi çok yakından takip etmeyenlerin ne olduğunu anlamakta zorlanacağı bir açıklamaydı bu.

Aktif rasyosu bir denklem. Bu denkleme göre bankaların belli oranlarda kredi vermesi, menkul kıymet alması veya TCMB ile swap (takas) yapmaları isteniyor. Bankalar, topladıkları mevduat ile bu kaynağı değerlendirdikleri krediler, menkul kıymetler ve swap işlemleri arasında bu formüle göre bir denge kurmak zorundalar.

Pratikte BDDK’nın bankalara yüksek bir aktif rasyo oranı dayatmasının sebebi bankaları kendi rasyonel karlılık hesaplarının ötesinde kredi vermeye zorlamak. Böylece piyasayı canlı tutmak, ekonomik sorunların hissedilmesini ötelemek.

Şimdi bundan 11 gün önceki başka bir haberi okuyalım:

“1 Mayısta yürürlüğe giren ve özel bankaları daha fazla kredi vermeye zorlayan Aktif Rasyosu düzenlemesinde ilk cezalar kesildi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), HSBC’ye geçen yıl kârının yüzde 40’ına denk gelen yaklaşık 180 milyon TL’lik ceza kesti. Albaraka Türk Katılım Bankası, KAP’a yaptığı açıklamada 20,6 milyon TL ceza kesildiğini duyurdu.”

Yani 11 gün önce iki büyük yabancı bankaya, yeterince kredi vermedikleri için yıllık karlılıklarının yarısına yakın miktarda ceza kesen devlet, 11 gün sonra bu cezalara neden olan kararından vazgeçmiş oldu.

HCBC bankasının ve Albaraka Türk’ün yöneticileri 11 günde değişen bu kararlar hakkında ne hissetmişlerdir acaba?

Çok şaşırmamışlardır herhalde.

Aslında Cumhuriyet Mitinglerinde Atatürkçü Düşünce Derneği adına ateşli konuşmalar yapan birini, televizyonlarda en ateşli iktidar destekçisi olarak görmek, yıllarca “cemaat”in sözcülüğünü yapan birini şimdi en önde gelen FETÖ avcısı olarak izlemek, bir zamanların katı laikçi CHP’lilerine hükümet kanallarında Davutoğlu’nu, Babacan’ı yerli ve milli olmamakla suçlarken rastlamak,  “AK Parti kapatılsın, devrim kanunları uygulansın” diyen Perinçek’in İstanbul Sözleşmesi karşıtı kampanya yaparken, başörtüsü yasağı savunucusu Feyzioğlu’nun Ayasofya’da saf tutarken karşınıza çıkması da artık hiç şaşırtıcı değil ama tekinsiz, tedirgin edici ve korkutucu.

Bir anda her şeyin tepetaklak olma ihtimali, iyilerin kötü, kötülerin iyi , kahramanların hain, hainlerin kahraman haline gelme hızı, neyin suç, neyin özgürlük olduğunun sık sık değişmesi Türkiye’nin tekin olmadığı fikrini güçlendiriyor.

Türkiye’nin bugün en büyük sorunu tekin bir ülke olmaması.

Bu ülkenin en etliye sütlüye karışmayan sıradan vatandaşlarının bile kişisel güvenlikleri için, bir borsa endeksi gibi bu sürekli değişen dengeleri, yükselen ve inişe geçen değerleri, isimleri takip etmesi gerekiyor.

Yoksa dün kötü parti olanın, bugün iyi parti ilan edildiğini kaçırabilir, gece katile dönen masum oyuncak bebekli bu korku filmi setinde kendinizi tekinsiz hissedebilirsiniz.

- Advertisment -