"Tuzla Ermeni Yetimhanesi"nin başına gelenleri; sevgili Hrant Dink, yıllar önce gündeme getirmişti. Kampın kurtarılması için epeyce çaba sarf etmişti. Bu kampın nasıl gaspedildiğini gösteren bir belgesel de hazırlanmıştı.
Başbakanlık, Ermeni Tehciri'nin 100.yıl dönümü nedeniyle, bir kitapçık hazırlatmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu'nun mesajlarıyla hazırlanan kitapçık, "yapılanlar soykırım değildi" anlayışına göre düzenlenmiş.
Kitapçıktaki bir bölümde, şu cümleler yer alıyor: "Türkiye'deki 40 binden fazla Ermeni vatandaşımız bugün hiç bir ayrıma tabi tutulmadan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sahip oldukları tüm hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanarak güven, huzur ve refah içinde yaşamaktadırlar."
Kampı yıkıyorlar
Başbakanlığın kitapçığına göz attığım sırada, telefonum çaldı. Arayan bir Ermeni tanıdığımdı. "Tuzla Ermeni yetimhanesi kampını yıkıyorlar Oral bey, manevi değeri çok yüksek olan bir mirasımızı yok ediyorlar" derken ağlıyordu. Evet, telefondaki ses, "hiçbir ayrıma tabi tutulmadığı"nı söylediklerimizdendi…
“Tuzla Ermeni Yetimhanesi”nin başına gelenleri; sevgili Hrant Dink, yıllar önce gündeme getirmişti. Kampın kurtarılması için epeyce çaba sarf etmişti. Bu kampın nasıl gaspedildiğini gösteren bir belgesel de hazırlanmıştı.
Nasıl el kondu?
Hikayenin özeti şu: Gedikpaşa Ermeni Kilisesi, Anadolu'dan getirilen kimsesiz Ermeni çocuklarını eğitmek amacıyla, bir arazi satın almıştı. Kilise Vakfı, 1962 yılında, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve İstanbul Valiliği gibi, ilgili bütün devlet kurumlarından gerekli izinleri aldıktan sonra; Tuzla Kampı’nı, arazinin sahibi Sait Durmaz'dan satın aldı. Tapu, vakıf adına tescil edildi. Ardından, çocuklar, bütün yaz çalışarak, yüzlerce öğrencinin gelip gideceği bir kampı, kendi elleriyle inşa ettiler.
12 Mart askeri darbesi dönemine gelindiğinde, yani 1971’de; Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, oy birliğiyle, 1936 Vakıflar Beyannamesi'ni gerekçe göstererek; “beyannamelerinde bağış kabul edeceklerine dair açıklık bulunmayan cemaat vakıflarının doğrudan ya da vasiyet yoluyla gayrimenkul edinemeyeceklerini”, yasal hükme bağlandı.
8 Mayıs 1974’te, Yargıtay Genel Kurulu’nun, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin kararını onamasıyla, emsal teşkil edecek içtihat gelmiş oldu. Bu kararın ardından açılan davalarla, cemaat vakıflarının 1936 yılından sonra edindikleri taşınmazların büyük çoğunluğuna, el kondu.
1979’da, Vakıflar Genel Müdürlüğü; Kartal 3. Asliye Hukuk Hâkimliği’ne başvurarak, “Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’nın elindeki tapunun iptal edilmesini ve eski sahibine geri verilmesini” istedi. Dört yıl süren davanın sonunda; mahkeme, “kamp arazisinin vakfın elinden alınıp eski sahibine iadesine” karar verdi. Böylece, malını satıp parasını almış bulunan Sait Durmaz, 1962’de boş olarak sattığı araziyi; hiç para ödemeden, üstünde kurulu olan kamp tesisleriyle birlikte geri aldı. Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı; yıllar önce her türlü yasal işlemi yerine getirerek satın aldığı malı, sanki gaspetmiş gibi, eski sahibine iade etmek zorunda bırakıldı.
Ermeni toplumunun devlet tarafından el konan mülkleri arasında, sembolik anlamı en güçlü olan yerlerden biri; “Kamp Armen” olarak bilinen, Tuzla Çocuk Kampı’dır . 1915 sonrasında, Anadolu’da Ermeni okulu kalmayınca İstanbul’un yollarını tutan, kimsesiz, yoksul Ermeni çocuklar, bu kampta eğitim görmüştü. Bu gasp kararıyla; aralarında Hrant Dink, Rakel Dink ve milletvekili Erol Dora’nın da bulunduğu, yaklaşık 1500 çocuğa ev sahipliği yapan kamp, boşaltıldı.
Kampın iadesi için, vakıf yönetimi, bütün hukuki yolları denedi. Ancak sonuç alamadı. “Arazinin üzerine yapılan tesisler için tazminat ödenmesine yönelik olarak açılan davalar” da, sonuçsuz kaldı.
Değişiklik de yetmedi
2011 yılında, Vakıflar Kanunu’nda, bir değişiklik yapıldı. Gaspedilen bazı mülkler, azınlık vakıflarına geri verildi. Doğal olan; Tuzla Kampı’nın da, Gedikpaşa Kilise Vakfı'na iade edimesiydi. Tuzla Kampı için de, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) başvuru yapıldı. Ancak, VGM; Tuzla Kampı’nın satışının hukuki olarak iptal edilmiş olmasını gerekçe göstererek, dosyayı, ‘el konmuş mülk’ olarak değerlendirmedi. İadesi ya da bir tazminat söz konusu olmadı.
Şimdi, kampı sonradan satın alanlar, yıkıp villa yapacaklarmış. "Eşit yurttaşlarımız olan" Ermeniler ise; parasını verip ödedikleri, içine yetimhane yaptıkları binanın yok edilişini, arazinin ellerinden alınmış olmasını, acı içinde seyrediyorlar.
1915 konusunda “devlet siyaseti”nin iddiası şu: “Olanlar soykırım değil, mukatele”(Yani:karşılıklı öldürme).
Tuzla'da kepçe darbeleriyle yağmalanan mallar da mı, acaba "mukatele"ye giriyor?
Kendinizi, bu yurtta büyüyen, bu yurda bağış yapanların, yani Ermeni yurttaşlarımızın yerine koyun…
Acıları unutmaya çalışın…