Vize başvurusu hemen bitsin de günüm bana kalsın diye randevuyu en erken saate aldım. Karanlığın oldukça kesif olduğu, sokakta kendiminkinden başka ayak sesinin bulunmadığı, köpeklerin sürüler halinde başları önlerinde vakarla yürüdükleri bir vakit. Mahalleden ana caddeye çıkınca, uzun metrobüs yolunda benim gibi başka erkenciler de katılmaya başlıyor yürüyüşe. Peki metrobüs dilemmasında nasıl oluyor da bir insanın önünde bomboş araç durduğunda bile oturacak bir koltuk kalmıyor sorusunun cevabı çok yazılar kaldıracağı için şimdilik bahsi diğer.
***
Mecidiyeköy’de indiğimde vakit çok erkendi. İç taraflarda kalan adrese gitmek için birkaç kişiye yol sordum ve her biri zıt istikametleri işaret edince seslice güldüm, sorduğum iş merkezi avm karışımı binanın adını hiç dinlemeden, kale almadan herkes gönlündeki gökdeleni tarif ediyordu çünkü. Ses tonlarında hiçbir yanılma payı veya tereddüt yok. Bilmiyorum demek zaten caiz değil böyle durumlarda. Yağmur hırs yapmış durumda, sağanak yolları kayıkla geçilecek derelere çevirmek üzere. Rüzgar her seferinde olduğu gibi, hiç halden anlamadan şemsiyeyi ters çevirip tellerini koparıyor. Vize mülakatına sudan çıkmış kedi gibi varmanın alemi yok, bir saçak altına sığındım haliyle. Oturup çay içecek yağmurun dinmesini bekleyecek kadar vakit var daha. Yan yana dizili sonsuz kafe ve restoran sırasında sandalyeleri dışarılara taşmış üstü brandalı bir masayı seçip insanların üzerinden geçen gün doğumunu idrak etmeye çalıştım. Ne yapalım, bizim doğamız insan bina ve asfalt buralarda. Bizim evin ıssız sokaklarından, izbe geçitlerinden sonra ne ara caddeyi ele geçirdi bu iğne atsan yere düşmez kalabalık. Sanki İstanbul Anadolu’yu hatta Suriye’yi, Türkî devletleri, Doğu Avrupa’yı önüne katmış şehrin bütün renkleriyle gayrı resmi geçit yapıyor. Bir bakıma podyum bütün caddeler. Bu saatte uyku sersemi çocuklarıyla okul için yola çıkmış kadınlar, giyimlerine son derece özen gösteren büro çalışanı gençler, bu erken vakitte makyajına geniş bir zaman ayırdığı belli olan iş kadınları, erkeklerin envai çeşit saç modelleri, deri, ekose, gabardin, kaşmir, polyester, polar hatta kimi pullu payetli nice kaban çeşitleri, rengarenk atkılar, çantalar, ayakkabılar arzı endam etmekte. Bir fotoğrafçı yarım saatte dünyanın en ilginç portrelerini çekip bir galeri hazırlayabilir kendine. Fakat bu sefer de insanların rızasını almak gerekir mi gerekmez mi tartışmasıyla uğraş dur.
Yüksek ya da engin binaların saçaklarına sığınmış gençler incecik giysilerle titreyerek sigara içiyor. Ne zaman işbaşı yaptınız, ne ara teneffüs verdiniz de taze ciğerlerinizi zehirli dumanla doldurma saati geldi, anneliğim tutuyor ister istemez, neredeyse gençlere birer nefes açıcı sakız dağıtacak raddeye gelmişken Allahtan kendimi aradığım binanın önünde buldum. Konsolosluk AVM’nin en kuş uçmaz kervan göçmez yerinde. Girişte tuhaf bir göz teması içinde arama tarama kontrol, sonra yürüyen merdiven sonra asansör derken vize katındayım. Daha önce kurşun ve ses geçirmez camların arkasından hepimize potansiyel suçlu muamelesi yapan kendi yurttaşlarımız gitmiş, yerlerine az da olsa gülümseyen başka kendi yurttaşlarımız mı gelmiş ne? Neyse bitti işlemler. Avrupa ile vize meselesini çözmek için atılan adımlar akim kalmasa da bir an evvel çözülse bu mesele. Sonuçta biz herkese başımızın üstünde yeriniz var diyorsak gelenlerden de aynı tavrı beklemek hakkımız.
***
Üst geçitten bakmak ibreti alem. Sık aralıklarla dizilmiş yüksek binalar panoramasına burada doymak mümkün. Az biraz gökyüzü, şemsiyelerin hüzün verici yoğunluğu derken meğer yağmur dinmiş. İnsanlar plazalarda, bürolarda tasarlamak, yazmak, pazarlamak, sıkılmak, konuşmak, kahve içmek ve daha nice işlerle meşgul. Ali Sami Yen stadını arıyor gözüm eski bir alışkanlıkla. Birkaç kez maçtan dağılanlar arasında ezilme tehlikesi geçirmişliğim vardır ama bir parçamızdı sanki, spor tarihimizin köşe taşlarından bir binaydı. Sanırım güvenli olmadığından ve yetersizlikten yıkıldı. 2011’de yıkım kararı alınırken inşallah yeşil alana dönüşür burası da binaların içinde boğulan insanlara bir nefes olur demiştim ama göz açıp kapayana kadar korkunç binalar doluştu. Aşağıda karınca gibi sıralanmış ilerlemeyen araçlardan akıl almaz bir otomobil filosu.
Dönüş için metrobüse doğru ilerlerken vize kabininde büyük bir soğukkanlılıkla sorulan sorular takıldı aklıma. “Herhangi bir şekilde ve veya ortamda terörist şiddeti meşru ilan eden veya öven yahut başkalarını terör eylemlerine veya ciddi suçlara teşvik eden görüşler dile getirdiniz mi.” Tamam da önce bir Türkçe lazım değil mi? bu nasıl bir cümle. Evet diyeceksem neden buradayım.
“İyi bir insan olmayabileceğinizin düşünülmesine yol açabilecek başka herhangi bir eyleme karıştınız mı.” Henüz karışmadım ama içimde üç vakte kadar karışacağıma dair kuvvetli bir his var diyebilir diye düşünülmüş herhalde. “İyi insan”dan kastımız ne derse biri konuşmaya hazır mısınız uzun uzadıya. En iyisi bu tuhaflıkların bir an önce son bulması.