Goldhagen’in kitabındaki merkezî teorisinin bir diğer eksikliği Alman ve Alman olmayan Holokost faillerini karşılaştırmamış olmasıdır. Birn’e göre bu Goldhagen’in bilinçli bir tercihidir zira aksi durumda yazar kendi vardığı sonuçların yanlışlığını görmek durumda kalırdı.
Goldhagen’in antisemitizmi tarihsel olarak sorunsallaştırmaması ve özgül dinamiklerinden kopararak adeta bütün Alman tarihine sürekli hakim ve şamil olan bir paradigma olarak ele alması oldukça erekseldir.
Bu nedenle Birn, Goldhagen’in Nasyonal Sosyalizmin bir siyasî hareket olarak tarih sahnesine çıktığı siyasal bağlamı göz ardı ettiğine dikkat çekmekte haklıdır. Bu noktada Goldhagen’in ana odak noktası olarak açıklamaya çalıştığı problematiği ne denli tarihselleştirerek ve döneme ait tarihsel materyalleri ne derece tüketerek ele aldığı ciddi bir tartışma konusu haline gelmiştir.
Dolayısıyla, bir anlamda Goldhagen Holokost’u spesifik bir tikel tarihsel olaya indirgemekte, onu “bizim” dünyamızın dışında bir yerde tarihselleştirmeye çalıştırmakta ve “biz”den ayırmaktadır. Başka bir ifadeyle, Holokost’u herhangi bir tarihsel veya sosyal çerçeveden bağımsız olarak incelemekte ısrar etmektedir.
Öte yandan, Westermann Hitler’s Police Battalions: Enforcing Racial War in the East isimli çalışmasında bireysel olarak polis görevlilerinin ve polis taburlarının Nazi rejiminin ırksal ve siyasal düşmanlarını yok etmede temel bir rol oynadığının altını çizmektedir.
Westermann, Yahudi ve Bolşevizm düşmanlığının kurumsal ilkeler olarak yükseldiği ve işgal edilen topraklarda savaş ve vahşet eylemlerinin kabul edilebilir kılındığı bir ortamda ya da bir örgütte, Üniformalı Polis’in imha etme eylemlerinin en önde gelen aracı haline geldiğini savunmaktadır.
SS ve SD’nin deneyimlediği türden bir Nazi ırk ideolojisi ve nefret öğretisi ile aynı doğrultuda olan, kendine özgü bir kurumsal zihniyet ve yeni bir ahlakî düzenin geliştirilmesini destekleyen böyle bir atmosferin yaratılması, “sıradan polis görevlileri”nin birer siyasî asker haline gelmesinin yolunu açmıştır.
Himmler (SS’nin kurucu lideri) ve Daluege (Üniformalı Düzen Polis Teşkilatı’nın Şefi), Polis Teşkilatı’nın SS ile birlikte askerileştirilmesi ve ideolojik olarak indoktrine edilmesi süreci aracılığıyla söz konusu teşkilata, “mutlak itaatkârlık” ve “şiddet kullanımının benimsenmesine” muazzam önem veren ve “Nazi Devleti’nin düşmanlarına karşı sergilenen sert ve acımasız bir tavrı destekleyen” kurumsal bir kültür aşılamışlardır.
Westermann’a göre Nasyonal Sosyalist liderliğinin üniformalı polisler arasında askerî ve ideolojik bir karakteristiği yerleştirmek ve pekiştirmek için yürüttüğü sistematik seferberlik, üniformalı polisler olarak görev yapanların birer soykırım katili haline gelmesinin yolunu açan kurumsal bir kültür oluşturmuştur.
Ayrıca Westermann, polis taburundaki erlerin vahşî görevlerini herhangi bir karşı koyma olmadan yerine getirmiş olduklarını vurgulamaktadır. Westermann polis taburlarındaki katillerin saf olmadıklarını ya da yalnızca kendilerinden yüksek bir otoritenin istediklerini yerine getirmediklerini öne sürmektedir.
Aksine, polis kuvvetlerine aşılanan örgütsel kültür, temel değerler, inançlar ve varsayımlar ideolojinin kuvveden fiile çıkmasından ve yok etme sürecine olanak tanıyan ortamın yaratılmasından sorumlu tutulmalıdır.