Yok etme sürecini hızlandıran ve bunun için gerekli olan mecrayı ve atmosferi yaratan örgütsel kültür ve indoktrinasyonu inceleyen Westermann, Nazi rejiminin kendi mekanizmalarını, oturduğu saç ayaklarını ve son tahlilde bu rejimin payandalarını ortaya koymuştur.
Wehrmacht’ın Yahudi-Bolşevizmi’nin yok edilmesi sırasında SS ve polis güçleri ile yaptığı işbirliğine işaret ederek, Nazi sisteminin güç mekanizmaları ve kendine özgü tabiatını kavramak adına önemli bir katkıda bulunmaktadır.
Bu bakış açısı, Nazi rejiminin gücünü bürokrasi ve hükümetin farklı birimlerini kullanarak nasıl sağlamlaştırdığına da dikkat çekmektedir. Daha da önemlisi, Westermann’ın yaklaşımı insan doğasının ve insanın kötü niyetli bir yıkım kampanyasına verilen destekle birlikte nasıl bir katil haline gelebildiğine dair anahtar bir içgörü sunmaktadır.
1980’lerin başında, önemli bir Holokost tarihçisi olan Henry Friedlander haklı bir şekilde “Yahudi Soykırımı’nın failleri hakkında tatmin edici herhangi bir çalışma bulunmamaktadır” ifadesini dile getirmekteydi.
Yalnızca birkaç yıl içinde, oldukça kapsamlı, çeşitli ve verimli çalışmaların ortaya çıktığı bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Her ne kadar konu hakkında farklı analizlere, yorumlara ve bakış açılarına sahip olsak da, ele aldığımız sorunsala ilişkin mevcut literatürde belirli bir fikir birliğinin hüküm sürdüğünü söylemek güç.
Bu açıdan bakıldığında, bu yazı dizisinde Holokost’un sıradan faillerinin davranışları ve onları harekete geçiren motivasyonları gözler önüne sermeyi amaçlayan üç ayrı ama birbirleriyle ilişkili bakış açısını sunmaya çalıştım.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki Goldhagen’in yukarıda tafsilatlı bir biçimde ele aldığımız ve tarihçilik anlamında oldukça problemli yanları olan çalışmasını diğer iki çalışma ile eş değerde değerlendirerek karşılaştırma yapmak Browning ve Westermann’a en hafif deyimiyle haksızlık olacaktır.
Şüphesiz hiçbir ciddi Alman tarihçi Alman antisemitizminin bagajı pek de parlak olmayan tarihsel mirasını ve bunun Yahudilerin kitlesel kırımında oynadığı muhim rolü göz ardı etmemektedir.
Aynı şekilde hiçbir ciddi Alman tarihçi Goldhagen gibi Holokost’u açıklamada antisemitizmin yeterli bir faktör olduğu iddiasında da değildir. Tam da bu nedenle, Goldhagen’in bahis konusu çalışması Holokost literatüründe mesai harcayan bilimsel çevreler tarafından fazla dikkate alınmamaktadır.
Bu bağlamda Goldhagen’in eserine yöneltilen eleştirileri büyük ölçüde paylaştığımı vurgulamak durumundayım. Goldhagen’in bu kitabı, bilhassa verili kaynakların, materyallerin ve dokümanların tarih işçiliği açısından yerinde kullanılmadığı ve hakkının verilmediği bir araştırma olarak karşımızda duruyor. Zaten kitaba yöneltilen eleştirilerin ağırlık merkezi de bu doğrultuda şekillenmekte. Bir sonraki yazımda bu yazı dizisindeki bulguların ve argümanların Ermeni Soykırmı bağlamında nasıl etkileri olduğunu tartışıp bu dosyayı da kapatacağım.