[24 Kasım 2019] Pazar sabahı, hafif bir yazı, tatil gününe uygun. İnsanın gençlik anıları (en azından, bazı gençlik anıları mı demeli), kafasının mutlu ve masum bir köşesinde eskimeden, yıpranmadan durabiliyor. Benimkiler hep lise ve lisans yıllarımla ilgili. Öğrenciliğimin hakkıyla, tam burslu olarak kabul edildiğim (yoksa dar gelirli, aşağı orta sınıf ailem beni asla yollayamazdı) en iyi Amerikan üniversitelerinin birinden, tâ 1968’de mezun oldum. 17 yaşımda girdim, 21 yaşımda çıktım. Delikanlılığımı dolu dolu yaşadım o dönem. Her şeyi tutkuyla yaptım. Tutkuyla çalıştım ve öğrendim. Bilgi edindim. Tutkuyla hem sutopu hem satranç oynadım. Tutkuyla tutuldum (âşık oldum). Partilerde tutkuyla içtim ve dansettim. Spor müsabakalarında tutkuyla bağırıp çağırdım, sesim kısılıncaya dek. (Sonra, Türkiye’ye döndüğümde sol politikaya da tutkuyla sarıldım ama işte orası pek iyi olmadı. Fazla kaptırıp gittim dogmatizme. Bilim ile aktivistliğin ilişkisini bir dönem doğru kuramadım. Militanlıktansa, rasyonel ve soğukkanlı bir mesafe çok daha iyiymiş meğer. Hayli geç anladım.)
Şimdilik dolanalım, o acıların etrafından. Tekrar çocuksu hoşluklara bakalım. İşte o heyecanlı izler bir türlü çıkmayabiliyor insanın aklından. Bugün bile, bilgisayarda sürekli çalışmaktan bunalıp da kısa süreli internet gezintilerine çıktığımda, Yale’in web sitesine de uğruyorum arada sırada. Yüzmede ne durumda”yız”? Kadınlar voleybolda? Peşpeşe üç senedir ABD şampiyonu olduğu”muz” kürekte? Gördüğünüz gibi, hep “biz.” Yarım yüzyıldır değişmeyen bir taraftarlık. Harvard’da iki küsur yıl misafir öğretim üyeliği yapmış olmam da zerrece farketmiyor, dört yıllık lisans öğrenciliğinin ağırlığı ve duygusal bağlantıları karşısında. Hele iş sonbahar Amerikan futbolu sezonunun Yale-Harvard maçıyla kapanmasına geldiğinde… Evde ve okulda kimseye çaktırmadan, birkaç gün bununla yatıyor, bununla kalkıyorum.
Dün, yani Cumartesi, 136’ncısı oynanacaktı (ve oynandı), GS – FB “ezelî” rekabetinden çok daha eski bu derbi karşılaşmalarının. Üstelik, Yale kazanırsa (Dartmouth’la birlikte) Ivy League şampiyonu olacaktı. Ekranda son düzeltmelerini yapmakta olduğum bir makale; bir yandan da maçı izlemeye başladım ufaktan ufaktan. Fakat o da ne? İkinci çeyreğin sonunda Harvard 15-3 önde. Eyvah. Nasıl olur? Hani favoriydik? Daha beteri, üçüncü çeyrekte durum sürekli aynı. Amerikan futbolunda her çeyrek 15 dakikadır. Bırakın 15 dakikayı; yarım saat, bir saat geçti, skorda kıpırtı yok. Tuhaf. Başka sitelere mi bakmalı acaba?
Baktım; meğer evet, işin içinde bir iş varmış gerçekten. Devre arasında, 80,000 kişilik Yale stadyumunda, her iki üniversitenin hem öğrenci, hem mezunlarından oluşan yüzlerce seyirci, planlı bir gösteri halinde ansızın inivermiş sahaya. Yale and Harvard United for Climate Justice (İklim Adaleti Uğruna, Yale ve Harvard Elele) yazılı pankartlar açmışlar. Derken bu hazırlıktan haberi olmayan seyirci ve oyuncular da onlara katılmış. Harvard takım kaptanı Wesley Ogsbury, her iki üniversitenin vakıf fonlarından “geleceğimizi yoketmekte olan” bazı sanayilere yatırım yapılıyor olmasını kınamış. “Harvard ve Yale, bir yandan kamuoyunu yanıltmakta, akademiklere kara çalmakta ve gerçekleri inkâr etmekte olan şirketleri desteklerken, bir yandan da aslen bilgiyi yüceltmekte olduklarını iddia edemezler” demiş.
Sonra ne olmuş? Barışçı gösteri epey sürmüş. Polis… nasıl bir polisse artık (!), saldırmamış büyük kısmı kendiliğinden oluşan bu kitleye. Cop sallamamış, gözyaşartıcı gaz bombası atmamış. Kimseyi gözaltına almamış. Sadece, en sona kalan 50 protestocuya “refakat” etmiş, çıkış yolunu göstermiş. (Akşam saatlerinde Yale Üniversitesi’nden bir sözcü, ifade özgürlüğünü desteklediklerini, ancak göstericilerin taktiklerini doğru bulmadıklarını belirtmiş.) Maça dönersek, bu yüzden ikinci devre (üçüncü çeyrek) belki bir saat geç başlamış. Buna rağmen kimsenin siniri bozulmamış. Yale giderek arayı kapatmış ve alacakaranlıkta oynanan iki uzatma devresi sonunda 50-43 kazanıp Ivy şampiyonluğuna ortak oluvermiş.
Şimdi bu, bırakın ABD medyasını, BBC’nin web sitesinde bile birinci sayfa haberi. Fakat helâl olsun gerçekten. Öncelikle gençlere helâl olsun tabii, hem çevre duyarlılıkları, hem medenî cesaretleri, hem barışçı protesto terbiyeleri için. Sonra üniversite yöneticileri ve güvenlik güçlerine helâl olsun, toleransları ve demokrasi kültürleri için.
Kıssadan son bir hisse. Batıyı toptan kötülemeden, ya da karşısına “bizim medeniyetimiz”in (yani aslında bugün dünyanın hiçbir yerinde mevcut da olmayan, emsal ve örnek de teşkil etmeyen bir “İslâm medeniyeti”nin) mutasavver üstünlüğünü yerleştirmeye kalkmadan, bu tür olayları da bir düşünmek gerekir belki.