Eleştiri, sürecin istenilen yönde ilerlemesi için yaşam suyu değerinde. Eleştiriden vazgeçilemez. Aksi takdirde tarafların hatalarını tespit etmeleri ve bunlarla yüzleşmeleri güçleşir. Eleştiriden azade bir süreç, hızlı ve doğru bir şekilde ilerleyemez.Bununla birlikte tüm eleştiriler de aynı kaba konulamaz. Eleştiriden eleştiriye ciddi farklar söz konusu. Dile getiriliş tarzına, satır aralarına ve yöneldiği amaca bakıldığında bu fark zaten kendiliğinden ortaya çıkar.Treni rayda tutmakBu meyanda gece ve gündüz kadar birbirinden uzak iki tür eleştiriden bahsedilebilir. İlki, yapıcı eleştirilerdir. Burada amaç, sürece güç katmaktır. Bunun için gelişmelere ve aktörlere –onları analiz edebilecek- bir mesafeden bakılır. Barışa giden yolda gözler daima iki tarafın üzerinde tutulur. Nesnel bir değerlendirme yapılmaya çalışılır. Taraflar sürece zarar verdiklerinde uyarılır, süreci ilerletecek bir hamle yaptıklarında ise desteklenir. Tarafların yanlışları eleştirilir, doğruları takdir edilir.Barışın inşasında en mühim rol ve sorumluluğun taraflara düştüğüne şüphe yok. Ama iş onlarla da bitmiyor. Bu nedenle derdi süreci tahkim etmek olanlar, süreci hem yakından takip eder, hem de destekler. Sürecin alternatifinin kan, duman, barut, ölüm olduğu her daim akılda tutulur, taraflar birlikte yol almaları için cesaretlendirilir. Sarf edilen her sözde, yapılan her eylemde trenin raydan çıkmaması gayesi belirleyici olur.Elbette böyle bir tavrın nihai hedefine varacağının bir garantisi yok. Hedefe ulaşmamak, bu tavrı değerinden düşürmez. Çünkü burada sorumluluk, davranışla ilgilidir, sonuçla değil. Yükselmesi için barış duvarına tuğla taşınır, elden gelen her şey yapılır ama bazen duvar çökebilir. Bu, barış için verilen mücadelenin kıymetini azaltmaz. Dolayısıyla neticeden bağımsız olarak yapıcı eleştirel; doğru, meşru ve ahlakidir.Barışa kibrit suyu İkincisi, yıkıcı eleştiridir. Burada ise amaç, sürecin dibine kibrit suyu dökmektir. Burada salt olumsuzluklara odaklanılır. Süreç içinde yapılanlar küçümsenir, itibarsızlaştırır, Lakin taraflardan birinden gelen negatif bir beyan veya hareket elden geldiğince büyütülür. Kulaklar kirişe dikilir, gelecek bir çatlak ses coşkuyla karşılanır ve duyurulur. (28 Şubat’tan sonra, mealen, “Korkmayın, endişe etmeyin, Kandil şartları kabul edilmezse silah bırakmayacağını açıkladı” biçiminde mesaj yazanlar gördüm.)Taraflardan biriyle (veya ikisiyle birden) bir husumet ilişkisi kurulur, meseleler şahsileştirilir. Atılan adımlar sürece ne gibi etkide bulunulacağıyla değil, hasım gördüğü tarafa yarayıp yaramayacağıyla ele alınır. Barışı inşada değerli ama aynı zamanda nefret edilen tarafa fayda getireceği düşünülen adımlar itibarsızlaştırılır. Daima neden barışa ulaşamayacağımız, neden tarafların barış yapamayacağı anlatılır,Tüm bunları bu açıklıkta kendilerine söylediğinizde çok kızıyorlar. Ama bu kızgınlık, onların “barış” kelimesini duyduklarında diken diken olan tüylerini örtmüyor, aksine dahi belirgin hale getiriyor. Bunların birçoğunu da bir savaş patlak verdiğinde bunun kendilerine ve çocuklarına dokunmayacağından emin olanlar oluşturuyor. Ve gerçekte bir azınlık olmalarına rağmen, bunların sesi çok yüksek çıkıyor.Yarının bize ne getireceği bilinmez. Belki de bu tavrın sahiplerinin arzuladıkları gerçekleşir; süreç yıkılır. Fakat bu onların doğru ve haklı olduklarını göstermez. Başkalarının çocuklarının canları siyaset ve iktidar hesabı yapmak, sonuç ne olursa olsun, yanlış, gayri-meşru ve gayri-ahlakidir. BÜYÜKSÜN ŞOTA!Şota Arveladze, müthiş bir futbolcuydu. İkizi Arçil ile birlikte dünya tatlısı bir insandı. Trabzonspor’un efsane 1995-1996 kadrosunun belkemiğiydi. Sahada her zaman işine bakar, rakibine saygıda kusur etmez, estetik dozu yüksek goller atardı.1996 biz Trabzonsporlular için büyük bir hayal kırıklığı ve hüsranla bittiğinde, elimizde kalan tesellilerden biri de Şota’nın gol kralı olmasıydı. (Diğer tesellilerimiz ise, gönüllerde şampiyon ilan edilmemiz ve futbolun adaletsiz bir oyun olmasıydı.)Yıllar sonra Şota, bu kez teknik direktör olarak sahaya çıktı. Yine bildiğimiz Şota idi. Takımlarına her zaman güzel top oynatmaya çalıştı. Centilmenliği elden bırakmadı. Futbolu çirkinleştirmedi. Kazandığında da, kaybettiğinde asil bir duruş sergiledi.Cuma günü, yine klasına yakışanı yaptı Şota. Fair-play ruhuna aykırı bir gol atmasından sonra takımını durdurdu, rakibinin gol atmasını sağladı ve koşulları eşitledikten sonra tekrar topunu oynamaya başladı. Maçı kaybetti ama taraflı tarafsız herkesin gönlünü kazandı.Futbolu futbol yapan ve bizlerin futbola sevdalı kılan da Şota ve Şota gibilerinin varlığı.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik