Edebiyat erbabı genelde yalnızdır. Tek başına gerçekleşen bir eylemdir çünkü yazmak. Belki de en iyi Yahya Kemal’in “ülfet belalı şey fakat uzlet sıkıntılı” mısraında görebiliriz bu amansız salınımı. Bu denge uzlet lehine bozulmadan yazmak gayrı mümkün.
Okurla yazar arasında ince bir çizgi var. Çoğu yazar iyi bir okur olmanın sonucu olarak, okurken parıldayan kendi hayallerini, izleri, bu esnada benliğinde belleğinde oluşan parlamaları, yüzeye vuran çağrışımları kayıt altına alarak yazmaya başlamıştır. Edebi eserler okunmadan, öteki bilinçlerde bir karşılık bulmadan tamamlanmaz bu yüzden.
Fakat bu okurla yazar arasındaki ilişkinin netameli olduğu gerçeğini değiştirmez. Borges’e sormuş ya bir okuru yolda karşılaşınca, siz Borges misiniz diye, o da “Bazen” diye cevaplamış. İşte böyle bir şeydir karşılaşmalar. Kim ne zaman kimdir belli değil. Birçok okuyucu için tanışmaz olaydım! dedirten kimi karşılaşmalar vardır misal. Belki de en iyisi sadece metinler üzerinden ilişki kurmak, yoksa sevdiğiniz şairin nobran oluşundan tutun, tutkunu olduğunuz bir yazarın kitap fuarında kabaca size sırtını dönmesine kadar nice hallere dayanmak zorunda kalırsınız. Yazdıkları etkileyici olsa da onlar da insandır çünkü. Yazarları edebiyatlarına dair anlattıklarından tanımak bazen daha iyi gelir.
***
Telif Hakları Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle hayata geçirdiği Yaşayan Edebiyat Projesi, Türk edebiyatının yaşayan 50 şair ve yazarının edebiyatını ve hayata bakışını anlattığı bir çalışma. İki kitap ve belgeselden oluşan bir nevi sözlü tarih çalışması. Bu eserin ortaya çıkışında yayın kurulu olarak fedakarca çalışan Hüseyin Su, Alaattin Karaca, Şaban Sağlık, Dinçer Ateş ve Abdurrahim Karaca’nın verdikleri büyük emeğe teşekkür ederiz. Ev sahibi derneğin başkanı Cafer Vayni, Grand Pera Emek Sahnesi’ndeki tanıtım gecesinde daha nice emekçinin adını zikretti, başta konuşmaları gerçekleştiren yazın erbabı ve çekim ve iletişim ekibi olmak üzere. Emeği geçen herkese ve söyleşimizi gerçekleştiren Alpay Doğan Yıldız’a teşekkür ederim.
Karaca ise konuşmasında maddi imkanların sınırlılığı yüzünden belli bir yaş kriterinin ve birikimin öncelendiğini belirtti. Yazarlar davet edilirken inanç siyasi görüş ideoloji gibi kriterlerin gözetilmemesine özen gösterilmiş. Kutuplaşmanın edebi kamuyu da yutması, bu ülkede farklı deneyim duygu ve düşüncelere kendini kapatan edebi kamular oluşması, edebiyatın kuşatıcılığından mahrum kalmak hepimizi yoksullaştırır. Ferit Edgü, Mario Levi’den Abdullah Uçman ve Rasim Özdenören’e, Buket Uzuner ve İnci Aral’dan Fatma Barbarosoğlu ve diğerlerine uzanan yelpaze geniş bir yol haritasına işaret ediyor. Çalışmanın başka birçok yazarı özellikle genç kuşakları içine alacak şekilde genişletilecek olması da çok güzel haber.
***
En çok salondaki en kıdemli edebiyatçı olan Adnan Özyalçınar’in yazma ve hayat tecrübesine dair uzun konuşma akılda kaldı sanırım. Vefat eden eşi şair Sennur Sezer’le birçok kez bir araya gelmiş, birlikte açık oturumlara katılmış ve Frankfurt Kitap Fuarı’na doğru birlikte yolculuk yapmıştık. Özyalçıner 12 Eylül 1980 ihtilalinde ülke darma duman olurken Adnan’a ithafıyla kaleme aldığı Bir Sevgi Şiiri’ni okurken duygulanmamak mümkün değildi. Sennur Sezer şiirini yazdığı ortamı şöyle açıklamıştı: “Onun eve dönüp dönemeyeceğini bilemezken, varlığının ne kadar önemli olduğunu her an yeniden fark ederken, ülkemizi terk etmemeyi kararlaştırmışken, onca yıl söylenmemiş sevgi şiirlerinin eksikliğini her akşam yeniden fark ederken, durumumuzu evdeki yaşlımıza bile söyleyemezken.”
Osmanlı İmparatorluğu’nun tespih tanesi gibi dağılışının ardından belli periyotlarla yaşadığımız darbelerden benim kuşağımın da bütün acısıyla yaşadığı ve ülkeyi çok gerilere götürmüş 12 Eylül’ün solcu, ülkücü, Kürt denilerek her kesime verdiği hasar ve acı ortaklaştırılabilse ve birlikte karşı durulsaydı belki sonraki acılar yaşanmazdı. Edebiyat ve sanatın yapıcı birleştirici işlevine değer veren bir çalışma yüz yüze konuşmalar, bu iyi niyet ortak değerlerin inşasında yeni bir başlangıç olarak hepimize iyi gelir inşallah.