[29 Aralık 2019] Bu üç oluyor sanırım: Pazar sabahı kalkıyor, baştan çalışmaya oturamıyor, isteksizliği üzerimden atamıyor… derken saat 10-11 arasında Güzin Sarıoğlu’nun Serbestiyet’e yüklenmiş bulunan haftalık yazısını okuyor ve içindeki bazen tek bir unsurun tetikledikleriyle kendime geliyor, silkinip yazmaya koyuluyorum.
Önceki iki örnekte, daha çok pozitif çağrışımlardı söz konusu olan. Bu sefer ise biraz tersi; Sarıoğlu’nun atladığı, hatırlamadığı, ya da belki bilerek es geçtiği bir noktayla ilgili. Şu, meşhur, daha doğrusu bednâm Yavuz Örnek meselesi. Sarıoğlu, Kanal İstanbul’la ilgili bir televizyon programı üzerinden Kanal İstanbul’u yazmış aslında (Kanal İstanbul’un beyin yakan mantığı, bugün, 29.12.2019). Kanal İstanbul’un savunulamazlığını, savunmaya kalkanların ne kötü durumlara düştüğü üzerinden somutlamak istemiş. Bunun için de, Yavuz Oğhan’ın Yavuz Örnek’le yaptığı söyleşiyi örnek almış. Yavuz Örnek’in, Kanalı “siyasî değil bilimsel” açıdan gerekçelendireyim derken başvurduğu kaçamak ve kaypaklıkları sıralıyor. Efendim, Montrö Antlaşması geçerliymiş ama geçerli kalmayabilirmiş de… Evet, geçişten ücret alınamazmış ama alınabilirmiş de… Henüz bilinmedik kazalar meydana gelebilirmiş… Örneğin Karadeniz’in dibinde muazzam bir H2S gazı rezervi varmış ve patlayabilirmiş… Bugüne kadar olmamış ama olabilirmiş… “Mutlaka olma ihtimali” söz konusuymuş (oksimoron görmedik demeyin)… Ama tabii, İstanbul Boğazı’nı yıkabileceği gibi Kanalı da yıkabilirmiş… Ama gene de bu, Kanalın yapılması için önemli bir nedenmiş… Mısır nasıl bir zamanlar kasten gemi batırıp Süveyş Kanalı’nı kapattıysa, aynı şey Boğaz’da da yapılabilirmiş… Ama tabii Kanal’da da yapılabilirmiş… Ama gene de Kanal olsa daha iyiymiş…
Güzin Sarıoğlu’nun hayretini anlıyorum; içinden çıkılmaz bir deli saçması gerçekten. Cümle kurmayı bırakın, peşpeşe iki fiili doğru kullanamıyor. Ama, ama, ama, ama, ama. Popüler şarkıdaki gibi: “O yana da döner sar beni / Bu yana da dönder sar beni.” Daha âmiyânesi: “Çevir kazı yanmasın.” Limitte de, o biraz müstehcen “uysa da… uymasa da…” fıkrasını hatırlatıyor.
Ama lütfen, kimden ne bekliyoruz, biraz da onu düşünelim isterseniz. Kim bu Yavuz Örnek? Bundan önceki şan ve şöhretini, (hem de TRT’de) 5 Ocak 2018’de Pelin Çift ve Prof. Dr. Ömer Faruk Harman ile birlikte çıktığı bir başka televizyon programına borçlu. Şunları söyledi, özet olarak: (1) Tufan bölgesel değildi; tüm dünyada gerçekleşti. (2) Nuh’un gemisi ahşap değildi; çelik (saç) levhalarla kaplıydı. (3) Gemide nükleer enerji kullanılıyordu. (4) Gemiye canlı hayvan alınmadı; her cins ve tür için “döllenmiş bir dişi bir erkek yumurta” alındı. (5) Bu siparişler o dönemde Amerika ve Fransa’dan karşılandı. (6) Nuh, gemiye binmeyen oğluyla cep telefonuyla konuştu. (7) Oğlunun yerini tesbit etmek için bir insansız hava aracı (İHA) gönderdi. (8) Sular çekilmeye başladığında da, en yakın kara parçasının ne tarafta olduğunu bulmak için gemiden güvercin değil, gene bir İHA havalandırıldı. Bununla da kalmadı; uyanan şaşkınlık ve kendisine yöneltilen itirazların üstesinden, (i) “ben bilim adamıyım, bilim adına konuşuyorum” iddiacılığıyla; (ii) “Batı medeniyeti de ne ki, biz medeniyette çok daha ileriyiz [ileriydik?]” gibi “millî ve yerli”lik demagojilerine başvurmakla; ya da (iii) “efendim, ileri teknoloji varken niye güvercin yollasınlar” gibi aprioristik, arabayı atın önüne koşan safsatalarla gelmeye kalkıştı.
Bütün bunları iki hafta sonrasında Serbestiyet’te peşpeşe üç yazıda incelemiş, açıklamış, anlatmıştım (Nuh ve Tufan vesilesiyle, tarihsel düşünmek (1), 19 Ocak 2018; Tufan vesilesiyle, tarihsel düşünmek (2) demir, nükleer ve embryo sorunları, 20 Ocak 2018; Tarihsel düşünmek (3) Nereden 'bizim medeniyetimiz' oluyor, 25 Ocak 2018). Tam bir rezaletti ve sanırdınız ki bu zat, biraz utanır da epeyce bir süre çıkmayacak kamuoyu önüne. Ya da, kendisi böyle bir edeb ve hicab duygusundan yoksun olsa bile, başkaları, meselâ televizyon kanalları ve programcıları hatırlayacak da sırf konuşturacak bir konuk bulmak uğruna çağırmayacak artık programlarına. Özetle, vicdanî ve ahlâki bir cezalandırma mekanizması, hiç olmazsa bu kadar feci ve çığrından çıkmış, ses duvarını aşmış bir örnekte, biraz olsun çalışacak.
Fakat heyhat! Ocak 2018’deki bütün o reaksiyonun ömrü en fazla iki yılmış meğer. Demek bu kadar kof, bu kadar sığ, bu kadar kültürsüz, bu kadar hafızasız, bilimden bu kadar habersiz, bu kadar çivisi çıkmış, ölçü ve “norm”ları kalmamış bir toplumuz. Bıraktım Yavuz Örnek’leri kınamayı. Çaresiz, onlara yüz veren Yavuz Oğhan’ları kınıyorum.