Türkiye’de zaten çok hızlı akan zaman, 15 Temmuz’dan bu yana daha da hızlandı. Geçmişte es geçilen, ihmal edilen, göz yumulan, zamana bırakılan, Allah’a havale edilen ne varsa, bu gün olanca birikmişliği ve olanca aciliyeti ile önümüzde. Sistemdeki zaaf görüntüsünü bir an önce giderebilmek, kontrol altına alınmış pek çok birimi temizlemek ve yeniden işler hale getirmek, hepsinden önemlisi vatandaşa güven verebilmek adına, her şeye alelacele karar verildiği bir dönemden geçiyoruz. Medyada o kadar çok şey konuşuluyor ve o kadar çok veri akıyor ki, bir yandan bilgi kirliliği, öte yandan belki daha önce konuşulmayan pek çok gerçek parçası bir arada ortaya çıkıyor. Mahzurlarına rağmen bu gelişmelerin kapalı bir toplumdan açık bir topluma geçişi kolaylaştırdığını düşünüyorum. Ancak bu hercümerç içinde “yazmasam olmaz” dediğim şeyler de var, buyrun:
(1) Demokrasi nöbeti tutulan meydanları izliyorum, kendi evime yakın olanına da gittim, bizzat tanık oldum, bu meydanlar belli tipte insanların aidiyet kodlarına hitap ediyor; çeşitliliği sağlamaya elverişli değil. Spontane geliştiği için bu yönde bir planlamanın yapılamadığı ileri sürülebilir; ancak, siyasette yakalanan kısmî uzlaşma ortamının nöbet meydanlarında da görünür olması gerekmez mi?
(2) Çok geniş çaplı tutuklamalar, görevden almalar yapılıyor; bu acelecilik içinde kimin hangi kanıtlarla suçlu sayıldığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Darbe girişiminin kanlı bilançosu karşısında kimse ağzını açmak istemiyor ama, kurumlarda tam bir cadı avı havası hakimken bütün bunların — velev OHAL hukuku olsun — hukuk içinde kalınarak yapıldığını düşünebilir miyiz?
(3) “Kandırıldık!” sözü, başta sayın Erdoğan olmak üzere, bugün darbe girişiminin hedefi olan pek çok siyasetçi tarafından, malûm yapıyla geçmişteki iyi ilişkileri mazur göstermek için kullanılan ve geçerli kabul edilen bir argüman iken, aynı argümanı başkaları için geçersiz kılan kıstas nedir? Özellikle Cemaatin hücre yapılanması içinde, siyasi entrikalardan haberi olmayan gerçekten kandırılmış olan pek çok iyi insan olamaz mı? Herkesi aynı torbaya doldurmanın adalet ve izanla, ayrıca siyasi ferasetle izah edilebilir bir yanı var mı?
(4) Dini bir cemaatin bir terör örgütüne dönüşmesi sürecini analiz eden pek şey okuyoruz. AK Parti’nin beyin takımından Yalçın Akdoğan’ın yaptığı yorum şu: “Tabii bir iman ve akıl sahibi insanları bir tür robota veya zombiye dönüştürmek, onlara her türlü kirli işi yaptırabilmek ancak habis bir beynin ürünü olabilir. Bu şartlanmışlık farklı örgütlerde farklı ideolojik kandırmacalarla izah edilebilir. Ama paralel örgütte bunun dini duygularla yapıldığı çok açık…” Çok doğru, katılıyorum; ama insanların bir dini lidere kayıtsız şartsız adanmışlıkları üzerinden işleyen ve şahit olduğumuz kötülüklere yol açan bu yöntemin başka cemaatlerde bulunmadığını söyleyebilir miyiz? Siyasette bunun kullanılmadığını iddia edebilir miyiz? Darbe öncesi dönemde siyasette bu dilin kullanılmasına itiraz edenlere hangi muamelenin yapıldığını unutabilir miyiz?
(5) “15 Temmuz” hain bir kalkışmanın meşum tarihi ve yaşadığımız o korkunç gecenin sembolik kodu olarak hafızamıza nakşoldu, tıpkı 12 Eylül, 28 Şubat kodları gibi… Şimdi alelacele kimi mekânlara, demokrasi şehitlerinin aziz hatırasına saygı maksadıyla bu tarihle alâkalı isimler veriliyor. Bu karar yerinde mi gerçekten? Bu ülkede hafıza çalışmaları yapan uzmanlar var, onlara danıştınız mı? Ya herkes Otogara Otogar, Kızılay’a Kızılay demeye devam ederse, bu yeni isimler ne olacak hiç düşündünüz mü?