Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu, siyasi aktörlerin hiç birisinin karşısında duramadığı bir gerçek. 12 Eylül Anayasasının mimarı olan kurumsal diziliş ve ideoloji çöktü. Siyaset üzerinde askeri bürokrasinin denetimini esas alan normlar dünyasının bir karşılığı yok artık. Değişen sadece siyasetin kurumsal merkezi de değil. İnisiyatif, bürokrasiden parlamento ve (doğrudan halkın seçimiyle göreve gelen) cumhurbaşkanına kayarken toplumda da hak ve özgürlükler çıtası yükseldi. Yasaklarla, güçlü tabularla kuşatılmış siyasi yaşantımız değişti. Türkiye her konunun tartışılabildiği; kimliklerin hak taleplerini güçlü biçimde ifade edebildiği bir yöne evrildi.
Bu değişimin esas olarak AKP’nin taşıyıcılığında gerçekleştiği açık.
Yeni anayasa tartışmalarında da onun koyacağı ağırlığın niteliği önemli olacaktır. AKP nasıl bir anayasa öneriyor sorusu önemlidir.
Erdoğan’ın yeni anayasa isteğinin merkezinde yönetim biçiminin başkanlık olarak düzenlenmesi yatıyor. Gerçekten de –diğer bütün argümanları bir an için kenara bıraksak da- cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte doğan yeni durumun anayasada karşılığının olması gerektiği açık. Yürütme yetkilerinin başkanlık ya da yarı-başkanlık üzerinden yeniden dağıtılması kaçınılmaz gözüküyor. Fakat asıl sorun yürütme yetkilerinin hangi merkezde hangi oranda toplanacağı değil kanımca. Önemli olan; (1) Yasamanın yürütmeden tam bağımsızlığı ve yüksek bir toplumsal temsil sağlaması (2) Yürütmenin, yasama ve yargı tarafından etkin denetimi ve (3) hukukun üstünlüğünün; yargının tarafsız ve bağımsız işleyebilmesinin kurumsal güvenceleri…
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN